Genel Meclis Toplantısı Kararları | 15.07.2012

Genel Meclis 15 Temmuz 2012 tarihlerinde İstanbul’da Makine Mühendisleri Odası’nda aşağıdaki gündemle toplanmış, iki Genel Meclis arasındaki çalışmaları ve gelişmeleri değerlendirmiş ve bir dizi karar almıştır.
Toplantı gündemi ve alınan kararlar aşağıdadır.
 
Gündem
a) Siyasal durum değerlendirmesi
b) Mali durum
c) Kürt sorununda demokratik çözüm çalışması
d) Parti kuruluş çalışmaları
e) Bilgilendirme ve öneriler

1- Siyasi Durum Değerlendirmesi
Türkiye’de Ortadoğu ve dünyadaki siyasi gelişmelere ilişkin olarak Yürütme Kurulu’nun hazırladığı ve önceden Genel Meclis üyelerine ulaştırdığı değerlendirme, birçok yanıyla ve son gelişmelerle birlikte kapsamlı olarak ele alındı. Yapılan tartışmalar, öneri ve uyarılarla genişletilen “Siyasi Durum Değerlendirmesi” ektedir. (Ek 1)

2- Mali Durum
Bilindiği üzere, mali sorunların gönüllülük esasına dayalı katkılarla çözülmesi tutumunun doğru olduğu ve bunun sürdürülmesi benimsenirken, tüm HDK bileşeni partilerin, bireylerin, il ve ilçe meclislerinin ve Genel Meclis üyelerinin somut taahhütlerde bulunmasının gerekli olduğu karar altına alındı. Bu güne kadar sadece Yürütme Kurulu üyelerinin gönüllü katkılarıyla çözülen sorunların, bundan sonra sadece bununla çözülemeyeceği, her Genel Meclis Üyesi’nin de bütçesine göre katkıda bulunması gerektiği benimsendi.
İl meclislerini ve il meclislerinin bulunmadığı yerlerde her ilçe meclisinin HDK’nin ihtiyaçlarını gözeterek, asgari bir dayanışma içinde bulunmasının sorunların aşılmasında önemli olacağı benimsendi.
Yine, HDK bileşeni siyasi çevre ve partilerin bu durumu gözeterek her ay düzenli olarak uygun göreceği miktarda katkıda bulunmasının öneri olarak sunulması benimsendi. (Bu öneri daha sonra siyasi parti ve çevrelerle yapılan toplantıda gündeme getirildi ve kabul gördü.)

Bununla birlikte, gelir getirici HDK amblemli rozet, magnet, kalem, bezçanta gibi araçların düzenlenip, dağıtımının yapılması, bunun merkezden planlanması benimsendi.

Ayrıca ilk ikisi Ramazan Bayramı’ndan hemen sonra gerçekleştirilmek üzere, şimdiden konserler için hazırlıklara başlanması önerisi sanatçı arkadaşlardan geldi. Genel Meclis Üyesi sanatçı arkadaşlarımız bu sorunlarımızı aşmamıza da katkı sunacak bir öneri sundular ve planlama için girişimler başlatıldı.

3- Kürt Sorununda Demokratik Çözüm ve Barış Çalışması
Genel Meclis Kürt sorunundaki gelişmeleri değerlendirmiş ve yaz boyunca bu kapsamda yürütülmesi gereken çalışmanın öneminin altını bir kez daha çizmiştir. 14 Temmuz Diyarbakır’da BDP ve DTK tarafından yapılması düşünülen, ancak yasaklanan miting ve sonrası yaşanan gelişmeler bu çalışmanın ne denli isabetli bir karar olduğunu göstermiştir. Halka ve vekillere yönelik saldırı AKP’nin yönünü ve yönelimini göstermektedir. Kürt sorununun eşit haklara dayalı demokratik ve barışçı çözümü için, mücadelenin Türk halkı ve tüm Türkiye halkları içinde yürütülmesi, halkların bu yönlü mücadele ve desteğinin büyütülmesi sorunun çözümünde anahtar rol oynayacaktır. Bu çalışmayı “Acil 45 gün” olarak da tanımlayabiliriz. Dönemin zorlukları kadar, “çözüm” arayışlarının da sürdüğünü görmek ve halkların lehine bir çözüm için hızla hareket etmek gerektiğine dikkat çekildi. Her il ve içe meclisinin bir etkinlik yaparak “Kürt sorununun çözümü” konusunda kamuoyu yaratabileceği ve bunun tüm ülkede önemli bir gelişme yaratabileceğini düşünerek, iddialı olarak hareket etmek gerektiği değerlendirildi.
Çalışmaya ilişkin tasarlanmış bildiri ve afiş örneği tüm il ve ilçe meclislerin en kısa zamanda iletilecektir. Çalışmanın içeriği ve kapsamına ilişkin yapılacaklar için bir kez daha, bir süre önce konuya ilişkin gönderilen yazı değerlendirilebilir.

4- Parti Kuruluş Çalışması ve Hedefler
Genel Kurul’da belirlenen ve bir önceki Genel Meclis toplantısında bilgisi verilen çalışmalar, Parti Program ve Tüzük çalışma gruplarının sonuçlandırdığı, Parti Programı ve Parti Tüzüğü Genel Meclis’te değerlendirildi. Programa ilişkin yapılan bazı öneri ve uyarılar kapsamında düzenlemeler yapılarak Parti Program ve Tüzüğü iletilecektir. Partinin kuruluş delegasyonu için çalışmaların başlatılması, mümkün olduğunca geniş bir temsiliyeti sağlayarak, Eylül’de, yetiştirilemez ise Ekim ayında kuruluşun gerçekleştirilmesi,. Diyalog Çalışma Grubu’nun bu kapsamlı çalışmaları hızlandırması benimsendi. Türkiye’nin dört bir yanında seçimlere girecek olan partinin, seçime girme vasıflarını kazanmak için hızla hareket edilmesi gerektiği konusunda genel mutabakat sağlanmış oldu. 2013 sonbaharına çekilmesi düşünülen yerel seçimler, Cumhurbaşkanı seçimleri, olası Anayasa referandumu ve genel seçimlere girecek olan partinin önümüzdeki dönem çekim merkezi ve alternatif olacağını şimdiden rahatlıkla söyleyebiliriz.
Partinin adı ve amblemi konusunda bir tartışma olmadı. Sadece birkaç öneri oldu.

5- Bilgilendirme ve Öneriler
1-    Örgütlenme çalışmaları değerlendirildiği ve 50 dolayında ilde çalışmanın yürütüldüğü, ancak yerellerdeki örgütsel yetersizliklerin hala aşılamadığına dikkat çekildi. İl ve ilçe meclislerinin kurulması ve yaşama müdahalesindeki eksikler üzerine sunulan raporda, bu alandaki eksiklerin HDK’nin hedefleri ve kapsayıcılığı gözetilerek aşılması vurgulandı.
2-    İl ve ilçe meclisleri, yaptıkları etkinliklerde, bildiri, afiş, pankartlarda imza olarak sadece HDK adını kullanmaktadırlar. Bunun yerine her meclis kendi yerel ismini de eklemelidir. (HDK ….. İl Meclisi gibi ) Bu konuda Genel Mecliste alınan karar ektedir.  (Ek 2)
3-    Yürütme Kurulu’nda İbrahim Çiçek’ten boşalan yeri Birsen Kaya’nın doldurması benimsendi.
4-    12 Eylül Darbesi ve Darbecilerin Yargılanması Davası karşında daha etkin tutum almak gerektiği belirtilerek, yetersizlikler eleştirildi. 14 Eylül’de görülecek 12 Eylül Davası için önceden bir hazırlığın yapılması, 1 Eylül Dünya Barış Haftası ve “Kürt Sorununda Demokratik Çözüm ve Barış”  çalışması kapsamında bir yaklaşım ortaya konulması önerildi.
5-    3. Yargı Paketi ile birlikte, katillerin, eski ülkücü faşistlerin salıverilmesi karşısında daha açık bir tutum gösterilmesi gerektiğine dikkat çekildi. Bu çalışmaya HDK olarak müdahale etmek ve ilerletmek gerektiği benimsendi.
6-    “Kentsel Dönüşüm” adı altında süren rantçı hesapların boşa çıkarılması değerlendirildi. Samsun’da yaşanan sel felaketi ve TOKİ eliyle işlenen cinayet karşısında bu politikaların ne anlama geldiği daha da açıklık kazanmış oldu. Bu gelişmenin yürütülecek çalışmaları kolaylaştırdığı ve HDK meclislerinin her alanda cesaretle hareket etmesine vurgu yapıldı. Samsun’a bir heyetle gidilmesi önerisi yapıldı. Konu Yürütme ile Samsun Meclisi tarafından değerlendirilecektir.


GENEL MECLİS


* Genel Meclis’e sunulan komisyon raporları da ektedir.




(EK1)
Son siyasal gelişmeler üzerine
I.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde ezilen ve sömürülen halkların adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin ve muhalefetinin yükseldiği şu günlerde, ABD, yaklaşan Başkanlık seçimleri öncesi kendi iç siyasetinin sorunlarına dönmüş gibi görünüyorsa da, bunun geçici olduğunu bilmek gerekiyor. ABD emperyalizmi, bir yandan Arap dünyasındaki halkların isyanını kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak yeni işbirlikçi rejimlerin oluşumunu sağlarken, diğer yandan da Lübnan, Suriye ve İran gibi ülkelere ait hesaplarından vazgeçmeden, bu ülkeleri ve iktidarlarını kendi çıkarları doğrultusunda denetleme ve hizaya sokma çabası içindedir. ABD, bu uğurda dün olduğu gibi gelecekte de “müttefiki” Türkiye’yi planlarının içine çekmeye çalışacaktır.
Öte yandan AKP iktidarı, ABD’nin Ortadoğu’ya vermeye çalıştığı nizama sonuna kadar angaje olmanın yarattığı açmazlarla henüz yeni yeni karşılaşmaya başladı. Arap halklarının ayaklanması sonrasında, ABD’nin türlü ilişki ve oyunlarıyla zor da olsa bu ayaklanmaların bastırılıp, işbirlikçi rejimlerin kurulması sürecinde model ülke/lider ilan edilen Tayyip Erdoğan, ilk hayal kırıklığını Libya’da yaşadı. Bölge ülkeleriyle “sıfır sorun” şiarından, komşularına karşı emperyal bir retorikle hitap etme konumuna geçen Erdoğan’ın şimdilerde sorun yaşamadığı “komşusu” kalmadı. Birlikte tatile çıktığı Esad’la kanlı bıçaklı oldu. İran’ın nükleer faaliyetleriyle ilgili Brezilya ile birlikte aynı karede çekilen ve İran’a arka çıkılan fotoğrafı ne kadar unutturmaya çalışsa da, bunların toplumsal hafızadan silindiğini söyleyemeyiz.
ABD’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da kurmaya çalıştığı yeni hegemonya için Türkiye’ye biçtiği görevler bir yandan AKP’nin ve sermayenin iştahını kabartsa da, bir yandan da onu bir açmazdan diğerine sürüklüyor. Libya’nın istilasında hızlı davranamamanın onu talandan pay kapamama noktasına sürüklediğini gören AKP, Suriye konusunda oldukça hızlı ve atak davrandı. Elbette bu kadar atak olmasının bir nedeni de Suriye’deki Kürt halkının varlığıydı. AKP, Suriye İhvanı’nı korudu, kolladı ve onlarla daha önce Esad’la yaptığı Ankara Anlaşması’nı güncelledi. Ne var ki, ABD’nin o kadar da acelesi yoktu. Üstelik Libya istilasında bölgedeki hegemonya mücadelesinde kandırıldıklarını düşünen Rusya ve Çin, bu kez Suriye’nin arkasındaydı. Bir süre sonra Hindistan da bu güçlere katıldı. Üstelik Türkiye, Malatya-Kürecik’teki radar üssünün kurulmasına onay vererek çoktan İran’la kolay çözülemeyecek bir sorunu yaşamaya başlamıştı bile. Dolayısıyla Suriye konusunda Rusya, Çin ve Hindistan’ın yanı sıra, İran ve Irak’la da anlaşması hiç mümkün değildi. Bütün umutlarını NATO’nun Şikago toplantısına bağlayan hükümet, buradan da eli boş döndü.
Suriye ile yaşanan savaş uçağının düşürülmesi krizinde ise Türkiye, gerçek beyanda bulunmayarak uluslararası alanda inandırıcılığını da tartışma konusu yaptı. AKP Hükümeti’nin başından beri uçağın uluslararası sahada füze ile düşürüldüğü iddiasını, Türk Hava Kuvvetleri’nden bir generalin açıklamaları boşa düşürdü. Nitekim bazı Amerikan gazetelerinde ve Rusya’da da daha önce benzer açıklamalar yapılmıştı. Uçak enkazından elde edilen bulgular ve Hava Kuvvetleri’nden bir generalin açıklamaları, uçağın füzeyle değil de, Suriye’nin iddiasını doğrular nitelikte, uçaksavar ateşi ile düşürüldüğü yönünde oldu. AKP için Suriye konusunda sürdürülen dış politikanın büyük ölçüde çöktüğü söylenebilir.
II.
AKP Hükümeti içerde de halklara, farklı inanç gruplarına, işçi sınıfına ve emekçilere, kadınlara, köylülere ve gençlere saldırılarına devam ediyor. Roboski katliamının 6. ayının dolmasına rağmen hala sorumluları yargı önüne çıkartılmadı. Tayyip Erdoğan, katliamın hemen ardından orduya yaptığı teşekkürü, “o köylüler sadece kaçakçılık yapmıyordu” diyerek taçlandırdı. Kürtaj konusunda, ‘‘her kürtaj bir Uludere’dir’’ sözleri ile katliamı itiraf ve kabul eden Erdoğan’ın, kadın bedeni üzerinde devletin denetim ve baskı kurma çabası karşısında kadınlar sokaklara döküldü; kamu emekçileri kendilerine önerilen komik ücret artışlarını yine sokakta gaza ve polis şiddetine rağmen protesto ettiler. Hava-İş üyesi 300’ü aşkın işçinin işten atılması, işçi sınıfının emekten gelen tek silahı olan grevi ortadan kaldırmaya dönük bir adım olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu atılmaları başka işçi atılmaları izledi. Güvencesiz ve esnek üretim sürecinde olan işçiler, işten çıkarmalardan en çok nasiplerini alanlar oldu. Gençler, üniversitelerde ve eğitim kurumlarında yaşanan haksızlıklar ve baskılar karşısında seslerini yükselttikçe, hükümetin yıldırma ve tutuklama politikalarıyla karşı karşıya kaldılar, yüzlerce öğrenci cezaevlerine tıkıldı.
Kentsel dönüşüm adı altında planlanan yeni rant alanlarının yaratılması çabası da AKP iktidarı ile birlikte şaha kalkmış durumda. Her türlü hukuksuz uygulamayla yeni rant alanları yaratılırken, kentler beton yığınlarına çevriliyor, ekolojik sistem bozuluyor ve bütün bunlar yeni cinayetlere neden oluyor. Daha önce dere yataklarına yapılmış konutların yarattığı facialar zihinlerdeki tazeliğini korurken, Samsun’da AKP’nin pek övündüğü TOKİ konutları insanlara mezar oldu. Bütün bu facialar karşısında “doğal afet” söylemine sarılan AKP, aslında kendi yarattığı ‘çevre felaketi’ ile yeni insan ölümlerine de kapı aralıyor.
İş kazaları artık Türkiye için o kadar sıradanlaştı ki, gazete sayfalarında yer bile bulamıyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Dünya Çalışma Örgütü'nün (ILO) yaptığı araştırmaya göre, yüksek bir işsizlik oranıyla karşı karşıya olan Türkiye, iş kazaları konusunda da başı çekiyor. İş kazalarında Avrupa'da lider konumundaki Türkiye, dünya ölçeğinde de üçüncü sırada yer alıyor. Rapora göre, iş kazalarının yüzde 72'si, 50'den az işçi çalıştıran işyerlerinde meydana geliyor. Her 6 dakikada bir iş kazası oluyor ve her 2.5 saatte bir 1 işçi sakat kalıyor. Şubat 2011’de Elbistan’da göçük altında kalarak ölen 11 işçinin cesetleri hala kaza bölgesinde, göçük altında tutuluyor. Muhafazakar AKP, cesetlerin çıkartılıp ailelerine teslim edilmesinden kaçınarak tercihinin dini vecibelerin yerine getirilmesi değil, patronlara masraf açmamak olduğunu bir defa daha ortaya koyuyor.
AKP Hükümeti’nin yıllardır “sağlıkta reform” adıyla propaganda ettiği “sağlıkta soygun” ise hız kesmeden devam ediyor. AKP’nin, “artık herkes doğumundan itibaren Genel Sağlık Sigortalı olacak” sözlerinin doğru olmadığı Sosyal Güvenlik Kurumu’nun “Tamamlayıcı veya Destekleyici Sağlık Sigortası Uygulamaları”na dair genelgesi ile ortaya çıktı. 28 Haziran günü yayınlanan genelgeye göre, şimdi artık bütün vatandaşların GSS’nin yanında bir de TSS (Tamamlayıcı Sağlık Sigortası) yaptırmaları ve her iki sigorta için de prim ödemeleri gerekecek. Tamamlayıcı Sağlık Sigortası’nın en çok yoksulları, yaşlıları ve kronik hastaları zarara uğratacağı ortada.
Uzun süren tutukluluk sürelerini ortadan kaldıracağı iddiası ile çıkartılan 3. Yargı paketi ise devrimcilerin, aydınların, gençlerin katili olan ülkücü faşistlerin tahliyesini sağladı. Seçilmiş milletvekilleri ve binlerce KCK tutuklusu içerde asılsız iddialarla yatarken yapılan bu tahliyeler halkın vicdanına da çarptı kuşkusuz…
AKP iktidarı, neo liberalizmin çeşitli uygulamalarını 9 yıldır sermaye sahipleri tarafından son derece başarılı bulunan bir yöntemle hayata geçiriyor. Dünya ölçeğinde yaşanan krizden Türkiye’nin Avrupa ülkeleri kadar derinden etkilenmemesini kimi ekonomistler, bütçe açıklarının ve kamu borç stoku düzeyinin düşüklüğüne bağlamışlardı. Ayrıca 2001 krizi sonrası bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılmasının da krizden Avrupa ülkeleri kadar etkilenmemenin nedeni saymışlardı. AKP iktidarının krizi gerekçe göstererek patronların işçi çıkarmalarına verdiği desteği, kamu çalışanları başta olmak üzere neredeyse sıfır reel zamla yıllardır devam eden ücret politikasını, baskıcı ve zorba uygulamaları da bu etkiler arasında saymak gerekiyor. En son çalışanların kıdem tazminatına göz diken, onların kazanılmış haklarını sermaye lehine ortadan kaldırmaya çalışan AKP, krizin yükünü emekçilere yıkarak bu süreçten kurtulmaya çalışıyor. Ama Avrupa’da dalga dalga yayılarak devam eden ekonomik kriz ve Ortadoğu’daki olası gelişmeler, ciddi bir krizin kapıda olduğunu bize hatırlatıyor. Kısa vadeli dış kaynak ile şişirilen ekonominin bir gün patlayacağı bekleniyor.
Ancak hakkını yememek lazım, AKP’nin başarılı olduğu bir konu var gerçekten: Gözbağcılığı ve cambaza bak kurnazlığı...
Bir bakıyoruz, Erdoğan 12 Eylül döneminde idam edilen Erdal Eren, Necdet Adalı için kürsüde ağlıyor. Ama arkasından biz olsak Öcalan’ı asardık diyebiliyor. Dersim katliam belgelerini açıklayıp CHP’yi sıkıştırırken, aynı zamanda Roboski’de kendi katliam yapıp, ardından da buna sahip çıkabiliyor. Yıllardır açılmaması ancak ilkel milliyetçilikle açıklanabilecek olan Heybeli Ada’daki Ruhban Okulu’nu açmaya girişirken, Mardin’de Süryanilere ait Mor Gabriel Manastırı’nın topraklarına el koyabiliyor. Sivas katliamının zaman aşımına uğramasını seyrederken, Meclis’te açılması istenen Cemevine ‘‘Alevilik bir din değildir’’ gerekçesiyle karşı çıkıp, milyonlarca Alevi’ye ibadet için camilerin yolunu göstererek, dinde tekçi bir anlayışla inanç özgürlüğü üzerinde baskı kurma anlayışını açıkça ortaya koyuyor. Kürt sorununda açılım derken, 1994 konseptinin bir başka türlüsüne dönüp, sorunu güvenlik uygulaması içinde çözmeye yönelebiliyor. Bu kurnazlık sayesinde kimi entelektüel çevrelerden destek de görüyor. Kuşkusuz bu gözbağcılığın bir sonu var ve AKP o sona hızla yaklaşıyor. Bu son da ondan önceki siyasi iktidarların sonu gibi Kürt sorunu üzerinden olacağa benziyor.
12 Haziran seçimlerinden hemen sonra serbest bırakılacakları beklenen KCK tutuklularının yanına binlercesi eklendi. Seçimlerde Kürt halkının oylarıyla seçilen 6 milletvekili hala içerde. Hatip Dicle’nin milletvekilliği düşürüldü. Yoğun askeri ve siyasi operasyonlar hiç hız kesmiyor. AKP açıkça Kürt sorununda ezme politikasında ve tasfiyede ısrar edeceğini ortaya koyuyor. Poliste özel kuvvetleri yeniden yapılandırarak ağır silahlarla donatıyor. Sınır ötesi operasyonlar tekrar devreye sokuluyor.
AKP’nin askeri vesayeti geriletip demokrasi getireceği beklentisinde olanlar, bu gelişmeler karşısında ortaya çıkan durumu PKK’nin yarattığını, tam da hükümetle anlaşma sağlanmışken, varlık nedenini savaşta bulan PKK’nin bu anlaşmayı bozmak için saldırıya geçtiğini, buna rağmen Erdoğan’ın hala “teröre karşı savaş, siyasette müzakere” demesinde bir hikmet olduğunu, derhal PKK’nin silah bırakarak görüşmelere başlaması gerektiğini anlatıyorlar. Geçerken belirtelim ki, Erdoğan’ın başkanlık sistemi için açmaya çabaladığı tartışmayı, yerel demokrasinin genişlemesine imkan verecek yegane çözüm olarak görenler de aynı çevrelerdir. Halbuki başkanlık sistemi talebi, antidemokratik bir şeflik sistemi talebinden başka bir şey değildir.
Bilinçli biçimde yaratılan “sorunun çözümü yakın” beklentisi, AKP’nin tasfiye siyasetini ve bitmek bilmeyen operasyonlarını gizleyen şal gibidir. Erdoğan’ın gözbağcılığı, yıllardır devletin Kürt halkını aldatarak politika yapmasının yeni halidir ve gerçekten de bunun bir sınırı vardır. Artık bu sınıra gelinmiş olduğu, AKP’nin tüm oyunlarına ve taktiklerine rağmen sonuç alamamış olmasından ve başarısızlığından anlaşılıyor. AKP’nin beklediği ve umduğu gibi Kürt siyasetinde ve örgütlenmesinde dağınıklık olmamış, Kürt toplumunda bıkkınlık ve sinme gerçekleşmemiştir. Bunun en büyük kanıtı geçtiğimiz Newroz’da Diyarbakır’da yüzbinlerce insanın gaza, suya ve kötü muameleye rağmen kilometrelerce yürüyerek alana girmesi ve Newroz’ u kutlamasıdır.
Erdoğan’ın Kürt halkını kandırma siyaseti, erteleme ve gerekçeler bulma siyasetidir ve onları aza ikna çabasıdır. Özerklik yok, ama yerel yönetimlerin haklarının genişletilmesi var! Anadilinde eğitim yok, ama seçmeli ders olarak Kürtçe var! Leyla Zana ile buluşup görüşecek, ama aynı gün 3 saat sonra katıldığı AKP il kongresinde diz çöktürmekten bahsedecek! TRT-ŞEŞ’in Kürtçe yayına başladığı sırada Ahmet Türk’ün Meclis kürsüsünden yaptığı Kürtçe konuşmaya tahammülsüzlük de herkesin hafızasında. Resmi TV kanalı üzerinden her gün Kürtçe yayın yapan devletin, kendi mahkemelerinde Kürtçe’den ‘bilinmeyen bir dil’ olarak söz edilmesi de utanç verici bir durum yaratıyor. AKP en son Diyarbakır’da BDP’nin yapmaya çalıştığı mitinge hunharca saldırdı. Çevre illerden getirdiği binlerce polis ile şehri ablukaya aldı. Seçilmiş belediye başkanlarına, vekillere ve halka acımasızca gaz bombası attı, su sıktı. Newroz gösterilerinin intikamını almaya çalıştı. Ama onun sahte yüzü de bu saldırılarla birlikte bir kez daha açığa çıktı. Şurası çok açık ki, artık boş lafa kimsenin tahammülü yok...
Bu şekilde devam ettiği takdirde, önümüzdeki dönemde AKP Hükümeti’ni bekleyen; izlediği genel politikaların kaçınılmaz olarak toplumun ezilen, dışlanan, sömürülen, horlanan kesimlerini; Kürtleri, Alevileri, farklı inanç gruplarını ve halkları, cinsiyet kimliklerini, kadınları, emekçileri, gençleri, köylüleri harekete geçireceği ve hükümetin hırçınlaşarak kırılgan olan dengelerinin daha da bozularak, onay tabanının daralacağı gerçeğidir. 2002 yılında 2001 krizinin kitlelerde yarattığı hoşnutsuzluğu potasında eriterek burjuvazinin can simidi olan AKP’nin itibarının kimi liberaller için bitmiş olması, sonun başlangıcıdır.
Hemen yanı başımızdaki Yunanistan seçim sonuçları, kitlelerin çözümü gittikçe daha sol bir çizgide aramaya başladıklarına işaret ediyor. Krizin ağır yükünü sırtında taşımaya tepki gösteren ve talepleri karşılanmayan, çözümsüzlükle yüz yüze kalan kitlelerin, birleşmiş emek ve demokrasi güçlerine, sola yönelmesini Latin Amerika’daki farklı deneylerden de biliyoruz.
Bizler, bir yıl önce 12 Haziran seçimlerinde oluşturulan Blok’la azımsanmayacak bir başarı elde ettik ve Halkların Demokratik Kongresi’ni birçok başka birikimle birlikte bu başarının üzerine inşa ediyoruz. Güçlü bir burjuva seçeneğinin olmadığı koşullarda, HDK geleceğe taliptir. Dolayısıyla birleşmiş gücümüzün kıymetini bilmek ve onun hak ettiği mücadeleyi örgütlemek göreviyle karşı karşıyayız.
Şimdi önümüzdeki yerel ve milletvekili genel seçimlerine, Cumhurbaşkanlığı seçimine parti ile hazırlanıp, iktidarı talep eden bir güç olarak siyaset sahnesine çıkma zamanıdır.
Kasım ayında gerçekleştireceğimiz genel kurul öncesi, Eylül ayını da kapsayacak biçimde Barış talebini yükselteceğimiz “çatışma değil müzakere, ölüm değil çözüm” çalışmasını da HDK’nin örgütlenmesi ve siyasi gerçeklerin açıklanması için vesile yapıp yürüyüşümüzü hızlandıracağız.

Genel Meclis
15 Temmuz 2012

(EK 2)

Halkların Demokratik Kongresi Yerel Meclislerine Çağrı

Birçok il ve ilçe meclisi yerel etkinliklerinde kendi yerel meclis adlarını taşıyan imzalar yerine, yalnızca Halkların Demokratik Kongresi (HDK) adını ve logosunu kullandıkları görülmektedir. Bu durum HDK’nın hem demokrasi anlayışı ve hem de siyaset tarzı bakımından sorunludur.
Bilindiği gibi, yalnızca HDK adı ve logosunu kullanmaya, bir bütün olarak kongreyi temsil etmeye, bağlayıcı karar almaya tek yetkili organ HDK Genel Kurulu ve Genel Kurul’dan sonra en yetkili organ Genel Meclis’tir.
 İl ve ilçe meclisleri ise, ancak kendi yerel meclis adlarını kullanarak kendilerini bağlayan kararlar alabilir, açıklamalar yapabilir, etkinlikler düzenleyebilirler.
Bu nedenle bütün il ve ilçe meclisleri yerel etkinliklerinde kendi meclislerinin adlarını kullanmaya gereken özeni göstermelidir. Aynı yaklaşım Genel Meclis Yürütme Kurulu dahil, bütün il ve ilçe meclis yürütme kurulları ile meclislerce kurulmuş komisyonlar için de geçerlidir. Meclis yürütme kurulları, yürütme kurul toplantıları sonucunda yapılmak istenen açıklamalarda yürütme kurulu imzasını kullanmalıdır.
Örneğin, her hangi bir il meclisi, o il meclisinin bir kararı gereğince bir basın açıklama veya etkinlik yapmak istiyorsa …. Halkların Demokratik Kongresi amblemi ve logosunun yanı sıra ….. İl Meclisi imzasını kullanmalıdır. İki meclis toplantı arasında o meclisin yürütme kurulu bir basın açıklaması yapma ihtiyacı duyuyorsa…… yine HDK amblemi ve logosunun yanı sıra …… İl Meclisi Yürütme Kurulu imzasını kullanmalıdır.
Böylece il veya ilçe meclisleri kendi yerel irade ve inisiyatiflerini bir bütün olarak Kongre’nin yerine geçirmeksizin, onun yerine ikame etmeksizin yerel faaliyetini gerçekleştirmiş, politik sorumluluğunu üstlenmiş ve kendilerini doğrudan sorumlu oldukları meclis üyelerinin demokratik denetimine açmış olurlar.
Bu konuya gereken özen gösterileceğini umuyor, çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.
15 Temmuz 2012
Genel Meclis











KOMİSYON RAPORLARI

Adalet ve İnsan Hakları Komisyonu Raporu


Adalet ve insan hakları mücadelesi günümüz siyasal ikliminde en önemli mücadele alanlarından biri haline gelmiştir. Egemen siyasal güçler eliyle yürütülen bin bir türlü hukuksuzluk nedeniyle adaletsizlik bugün neredeyse toplumun tüm kesimleri tarafından görünür, bilinir ve hissedilir olmuştur. Toplumsal muhalefet güçlerinin tasfiyesi için başlatılan TMY ve ÖYM saldırıları ile bugün 8000 Kürt siyasetçi ,sosyalistler, yüzlerce gazeteci, öğrenci ,hukukçu cezaevlerinde tutulmaktadır. Gözaltı, tutuklama ,tecrit hayatın olağan bir parçası haline getirilmiş ,demokratik haklarını kullanarak düşüncelerini ifade eden,s iyaset yapan hemen herkes terörist ilan edilmiştir. Bugünlerde kabul edilen 3. yargı paketi ise bu gözaltı tutuklama saldırılarını ortadan kaldırmak için değil, siyasal iktidarın kendine dahi tehdit eder hale gelmiş yetkileri kendine özel hale getirme çabası olarak düşünülmelidir.

Uludere'de 35 Kürt köylüsünün katledilmesinin üzerinden aylar geçmiş olmasına rağmen konuyla ilgili sorumluların açığa çıkarılması için hiç bir çaba gösterilmemiştir ve olayın üzeri kapatılmaya çalışılmaktadır. Rant Dik’in katlinde örgüt bulamayan Sivas'ta yakanları zamanaşımı kararlarıyla serbest bırakan, parasız eğitim isteyen öğrenciler yıllarca hapis cezaları veren, yaşam alanlarında HES'lerin ,termik santrallerin yapılmasın istemeyen köylülere davalar açan siyasal iktidarın "adaletsizliği" kendi iktidarını etkin biçimde sürdürecek bir politik hat olarak belirlediği ortadadır. Samsun Canikli 'de yaşanan sel faciasında TOKİ katliamı, her gün yenilerini yaşadığımız iş cinayetleri adaletsizliğin halklarımıza ödettiği faturanın büyüklüğünü de gösteriyor.

Bir yanda Hala aydınlatılamayan faili meçhuller, toplu mezarlar, bin operasyon sahipleri için hazırlanan 5 yıldızlı cezaevleri ve yargı paketleriyle serbest bırakılan ülkücü katiller bir yanda ise cezaevlerini doldurmuş binlerce siyasi tutuklu.

Halkların Demokratik Kongresi böyle bir siyasal iklimde, siyasal iktidar eliyle yükseltilen adaletsizliğe karşı mücadelesini yükselmek hedefiyle bu alanda sistematik ve etkin bir mücadele örgütleyecek bir komisyon çalışmasına ihtiyaç duymuştur. Bu komisyon halen kuruluş aşamasında sayılabilir. Bu çalışma için bir araya gelen üçü yürütme üyesi yedi kişi buluyor. Ancak çalışma alanının çok geniş olması nedeniyle, bu konuda yararlı olabilecek deneyimli kişilerle zenginleştirilmesi gerekiyor. Özellikle geniş halk yığınlarını ve kamuoyunu bu adaletsizlikler konusunda bilgilendirme ve mücadeleye katma anlamında katkısı olması muhtemel aydınlarımızın akademisyenlerimizin bu komisyonun doğrudan üyeleri olmaları veya en geniş katılımlı çalışmalarına katılımlarını sağlamak önemlidir. Kongre bileşenlerinin de bu çalışmada aktif biçimde kadrosal destek vermeleri komisyon çalışmalarının genişlemesi ve etki alanının artması noktasında kritik öneme sahiptir.
Kuruluş aşamasında, dönemsel olarak TMY-ÖYM, tutuklamalar, katliamlar, savaş suçları gibi başlıklara yoğunlaşmasının uygun olacağı saptandı. Komisyon genişlediği ve deneyimli arkadaşlarca desteklendiği oranda diğer insan hakları kuruluşları ve benzeri inisiyatiflerle iş birliği içinde tüm adalet arayışlarına ve insan hakları ihlallerine karşı HDK’nin bir güçlü cevabı olmaya çalışacaktır.
Komisyon’un iki üyesi Milyonlar Adalet İstiyor inisiyatifinin yürütmesi içinde yer almaktadır. Böylece HDK, kendi dışındaki ÖDP, KESK, DİSK,TMMOB,TTB,TKP, Halk Evleri ,EHP, Dışardaki Gazeteciler, hukukçular vb. gibi diğer güçlerle bu alanda etkili bir ortak çalışma yürütme olanağını da yaratmış olmaktadır.

Yeni arkadaşların ve bileşenlerin adalet komisyonu çalışmasına katılması için görüşmelerin yapılması, HDK bileşenlerinin komisyona temsilci vermeleri, özellikle alan çalışmasına yatkın insanlarla (ferdi ve kurumsal anlamda) komisyonun güçlendirilmesi kararları alınmış bulunuyor.

Genel Meclis Adalet ve İnsan Hakları Komisyonu





Anayasa Komisyonu Raporu

Genel Kurul’dan sonra toplanan Anayasa Komisyonu, Genel Kurul’da kabul edilen kararlar çerçevesinde kimi konularda atölye ve sempozyum düzenleme kararı aldı.
Bunlardan biri özerklik, diğeri anadil konusunda olacak.
Anadil konusunda hem eğitim hem de mahkemelerde savunma meselesinin tartışılacağı ve somut önerilerin geliştirileceği toplantı Eğitim Komisyonu ile birlikte gerçekleştirilecek.
Özerklik konusu da Genel Kurul’da alınmış olan karar çerçevesinde değerlendirilecek. Demokratik özerklik ve yerinden yönetimin güçlendirilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konuları gerçekçi, uygulanabilir ve alternatif bir tartışma olarak sunulacak. Bu çalışmada yerellerde ve merkezde adem-i merkeziyetçi yerel yönetim anlayışı, merkezden yerele yetki devri, yerel özerklik ve statü, yerinden yönetim ilkelerinin geliştirilmesi, demokratik özerklik ve Türkiye, özerk bölge yönetimlerinin ve meclislerin oluşması vb. konularda tartışmalar gerçekleştirilecek.
Her iki çalışma da, hazırlıkların tamamlanmasının ardından, sonbahar aylarında gerçekleştirilecek.

Genel Meclis Anayasa Komisyonu


Antiemperyalizm ve Enternasyonalist Dayanışma Komisyonu Raporu


Anti Emperyalizm ve Enternasyonalist Dayanışma komisyonu, 1. Genel Kurul’un da tespit ettiği gibi, “bölge ülkelerde sıcak gelişmelerin yaşandığı bir politik ortam”da inşası gerçekleştirmiştir. Komisyonumuz, görev önceliklerini bu politik ortamın ihtiyaçlarına göre biçimlendirmeyi hedeflemiştir.
İlk toplantısını 5 Haziran 2012 tarihinde gerçekleştiren komisyonumuz, öncelikle kendi işlevini ve çalışma yöntemlerini belirlemiş; eğilmesi gereken öncelikli sorunları ve politikaları tespit etmiş ve buna göre bir çalışma planı çıkartmıştır. O tarihten itibaren toplantılarını düzenli olarak gerçekleştirmekte, planlamasının gerektirdiği çalışmaları sürdürmektedir. Buna göre:

   1.       Komisyonumuz, kendi işlevini ve görevlerini aşağıdaki gibi tanımlamıştır:
i.      Uluslar arası düzeyde tüm ilerici, demokrat, antiemperyalist, antikapitalist dost güçlere kongremizin tanıtımını yapmak, onlarla temas ve ilişkileri kurmak, sürdürmek.
ii.      Dünya politikasını ve dost güçlerin faaliyetlerini takip etmek, buradan edinilen bilgilerin açığa çıkardığı tespit ve yönelimleri Genel Meclis’e tavsiye olarak sunmak.
iii.      Uluslar arası düzeyde gerçekleşen sıcak gelişmelere dair açıklamalar ve gerekirse eylemlilikler gerçekleştirilmesini sağlamak.
iv.      Ortadoğu, Kafkaslar ve Kuzey Afrika’yı içine alan yaşadığımız bölgede antiemperyalist ve savaş karşıtı mücadelenin geliştirilmesi için tüm dost kurumlarla işbirliği yapmak.
v.      “Türkiye’nin dış politikası” olarak adlandırılan egemen politik yönelimlerin halklarımız açısından ne anlama geldiği konusunda bilgilendirmeler yapmak.
vi.      Görev alanına giren tüm konularda kurultay, forum, konferans, sempozyum, halk toplantıları vb. düzenlemek; düzenlenenlerde HDK’nın görüş ve politikalarını tanıtmak; ihtiyaç olduğunda yerellerde düzenlenecek faaliyetlere destek vermektir.

2.       Komisyonumuz, öncelikli politik hedeflerini aşağıdaki gibi tanımlamış ve bu doğrultuda çalışmaya başlamıştır:
a.       Genel Meclis’te kararı alınan “Uluslar arası bir Ortadoğu Konferansı”nın gerçekleştirilmesi: Konferansın davetli listesinin, mali ve teknik alt yapısının oluşturulması çalışmaları sürdürülmektedir. Ağustos ayı başında, proje somutlanmış olarak Genel Meclis Yürütme Kurulu’na sunulacaktır. Eylül ayında yapılması düşünülen konferans, o aya denk gelen politik etkinliklerimizin yoğunluğu gözetilerek 13-14 Ekim tarihlerine alınmıştır.
b.      Dil bilenlerden bir çeviri grubu oluşturularak HDK tanıtım belgelerinin öncelikle İngilizce, Arapça, İspanyolca ve mümkünse diğer dillere çevrilmesi: Tanıtım belgesinin hazırlanarak İngilizce, Arapça ve Fransızca’ya çevrilmesi çalışmaları sürdürülmektedir.
c.       Uluslararası düzeyde ilişki sürdürülecek dost kurumların irtibat bilgilerinin toplanması ve bir veri tabanında tasnif edilmesi: Bilgilerin toparlanıp tasnif edilmesi çalışmaları sürdürülmektedir. Komisyonumuz, Genel Meclisimizin tüm üyelerinden bu nitelikteki irtibat bilgilerinin kendisiyle paylaşılmasını talep etmektedir.
d.      Dış dünyayı takip etmek için gruplar oluşturulması: Henüz bu konuda bir çalışma başlatılamadı. Bunun için komisyonumuzun desteklenmeye ihtiyacı bulunmaktadır.
e.      HDK sitesinde İngilizce, Arapça, İspanyolca bölümler açılmasının sağlanması: Komisyonumuz, basın, yayın ve propaganda komisyonumuzdan web sitemizde alan açılmasını talep etmektedir. Gerekli bilgi girişleri komisyonumuz tarafından üstlenilecektir.
 

Genel Meclis Antiemperyalizm ve Enternasyonalist Dayanışma Komisyonu

 

Basın Yayın ve Propaganda Komisyonu Raporu

Komisyonun 1. Genel Kurul sonrası genişlemesi yönünde yapılan çalışmalarda önemli bir ilerleme kaydedilmiş durumda. Bu da, komisyona çalışmalarını daha geniş bir alana yayabilme ve çalışma takvimlerine uyabilme imkânı sağlamıştır.

Komisyon genişletilmiş ve yenilenmiş ekibiyle yaptığı toplantılarda öncelikle Kongre’nin nasıl bir yayın olması gerektiği konusu başta olmak üzere; yayın faaliyetinin genel olarak nasıl olması gerektiği, komisyonun propaganda faaliyetinde nasıl bir konumunun olması gerektiği, basın ilişkilerinin ne şekilde yürütüleceği gibi konularda kapsamlı bir tartışma yürütmüştür. Komisyonun propaganda faaliyetlerinde Yürütme Kurulu ile bir eşit ilişkisi kurması, yalnızca Yürütme Kurulu’ndan gelen materyalleri tasarlama rolünü terketmesi gerekliliği tespit edilmiş, propaganda faaliyetine aktif bir katılım sergilemesi benimsenmiştir. Bu doğrultuda basın, yayın ve propaganda faaliyetlerine ilişkin bir dizi çalışma ve ön çalışma yapılmaya başlamıştır.

Alınan kararlar ve yapılan çalışmalar şu şekildedir:

* Komisyon içerisinde yürütülen temel faaliyetler Yayın-Bülten (Kongre), Basın, İnternet ve Sosyal Medya başlıklarına ayrıldı ve her biri için ayrı alt kurullar oluşturuldu. Bu alt kurullar görevli oldukları alana ilişkin fikri ve maddi süreçleri yürütmek üzere görevlendirildi.

* Bu doğrultuda komisyon içinden bülten kurulu seçildi. Bülten için her ay komisyonun tümünün katılımıyla çıkmış sayının değerlendirildiği, yeni sayının içeriğinin belirlendiği geniş bir toplantı yapılması, yapılan toplantı sonrasında seçilen kurulun hazırlıkları sürdürmesi benimsendi.  Kurulun gerekirse komisyondan görevlendirme yapabilmesi kararlaştırıldı.

* Bu amaçla yapılan toplantıda Kongre’nin 2. sayısını değerlendiren komisyonumuz kimi eksik ve küçük hatalara karşın bültenin genel olarak beğenildiği, sonraki sayılarda tespit edilen eksiklikler ve hataların giderilerek daha etkin bir araç haline geleceği tespitini yaptı.

* Kongre’nin 3. sayısının  20 Temmuz'da çıkartılması için hazırlıklara başlandı. Bu sayıda yer alacak komisyon ve meclis yazılarının bir an önce tamamlanması gerektiği, bu konuda komisyonların verilen yazı teslim tarihlerine uymalarının önemi belirlendi.

Kongre’nin 3. sayısı için belirlenen konular aşağıdadır.
Sırrı Süreyya Önder söyleşisi
Büşra Erşanlı söyleşisi... Olmaması durumunda Ragıp Zarakolu söyleşisi
Kürt Sorunu ve Demokratik Çözüm Çalışması
Komisyon Yazıları
Kadın ve Gençlik Meclisi

Haberler:
Roboski 6. Ay Eylemleri
2 Temmuz Sivas Katliamı Anmaları
2 Temmuz KCK Davası Duruşması
ESP-Etha Operasyonu/Baskını
Urfa Cezaevi ile Başlayan Cezaevi İsyanları
Samsun TOKİ- Ankara HDK Eylemi (varsa başka eylemler)
Basın Kahvaltısı
İstanbul Meclis Toplantısı vs.
Bir kaç soruda "HDK nedir" sorusuna her sayıda yer alacak sabit bir köşede yanıt verilmesi benimsendi.
Ayrıca Roboski'ye ilişkin özel tasarlanmış bir logonun tüm sayılarda yer alması benimsendi.

* Bülten basım masraflarının karşılanması için il meclislerinin bülten paralarını iletmesi konusunda daha hassas olması gerektiği tespit edildi.

* 8 Temmuz Pazar günü HDK bileşenlerinin doğrudan ya da dolaylı ilişkide oldukları televizyon, gazete, dergi, ajans ve internet siteleri temsilcileri ile kahvaltı örgütlenilmesi ve bu görüşmede HDK'ye daha
geniş yer verilmesi, imkânların ortaklaştırılması gibi konular üzerine sohbet edilmesi amacıyla bir kahvaltı düzenlendi. Kahvaltıya; İMÇ, HAYAT, ROJ televizyon temsilcileri, Evrensel, Gündem, Azadiya Welat gazetesi temsilcileri ve ETHA, DİHA, ajans temsilcileri, Emek Dünyası, Jiyan, Partizan, Ekmek ve Özgürlük, Toplumsal Özgürlük, Gelecek, İşçi Dünyası, Atılım, Kaldıraç dergi ve gazetelerinin temsilcileri çağrıldı. Katılımın zayıf olmasına karşın gelen temsilcilerle yararlı bir görüşme gerçekleşti.
Bu toplantıların devamı gerçekleştirilecektir.

* Sosyal medya alanında ve internet sitesi gibi konularda çalışma yapmak, bu alandaki eksikliklerimizi gidermek üzere bir alt kurul oluşturuldu. Bu kurul yaptığı toplantılar sonucunda internet sitesini HDK’nin mevcut ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yenileme kararı aldı. HDK'ye ait bir referans sayfası olması amacıyla planlanan canlı bir web sayfası hazırlığı ilerlemektedir. Bu amaçla yeni bir site tasarımı hazırlandı. Yapılan tasarımın uygulanması yapılıp, sitenin bir ay içerisinde yeni haliyle yayına sokulması planlanmaktadır.
Sitede mevcut içerik dışında videolar, Kongre sayıları, basın haberleri, komisyonların hazırlayacağı özel bültenler de yer alacaktır.
Web sayfasında Roboski'ye ilişkin bülten için tasarlanacak logonun sabit şekilde yer alması, mümkün olursa gün sayacı şeklinde geçen sürenin anımsatılması benimsendi.

* Öncelikli olarak web sayfasının daha aktif olabilmesi, basında yer alan tüm HDK çalışmalarının bilgisinin edinebilmesinin önemi gözetilerek bir medya takip hizmeti alınması gerekliliği daha önceki toplantılarda tespit edilmişti. Başlangıç olarak 4 HDK vekilinin ve HDK'nin yazılı, görsel ve işitsel basında yer alan tüm haberlerinin yer aldığı bir pakette karar kılınmıştır.

* 1. Genel Kurul Kararları, Sonuç Bildirgesi, Program ve Tüzük’ün yer aldığı bir kitapçık tasarımı hazırlandı. Baskı maliyeti karşılanır karşılanmaz baskıya verilip, meclislere dağıtım yapılması kararlaştırıldı.


Genel Meclis Basın Yayın ve Propaganda Komisyonu


Emek Komisyonu Faaliyet Raporu (2)
(12 Mayıs 2012 - 5 Temmuz 2012)
 

Genel Emek Komisyonu 12-13 Mayıs 2012 günlerinde gerçekleşen 1. Genel Kurul’dan sonra, Genel Kurul’da kabul edilen üç karar doğrultusunda aşağıdaki çalışmaları yaptı:

1.    Emek alanındaki HDK’lıların birleşmesi ile “Emek Hareketinin Yeniden Yapılanması” kararının ancak birlikte gerçekleşebileceğini saptayan komisyon, “Kongre çatısı altında birleşmenin, örgütlenmenin ve birleşik mücadeleye yönelmenin ancak, ortak görüş ve politikalarla mümkün olabileceği, bunun da bütün bileşenlerin eş zamanlı kolektif çabaları ve girişimleriyle gerçekleşebileceği” yönünde bir çalışma başlattı.
Bu çerçevede:
a)    Emek Hareketinin Yeniden Yapılanması konusunda, oluşturduğu bir “çalışma grubu” eliyle HDK’lı işçi ve emekçilere, emek hareketinin içinde bulunduğu sorunları saptamaya, nedenlerini irdelemeye ve çözüm önerileri geliştirmeye yönelik “yol gösterici” bir perspektif metni taslağı hazırladı. Metin Komisyonda tartışmaya açıldı. Komisyonda sonuçlandıktan sonra Kongre yerel meclisleri ve emek alanındaki işçi ve emekçilerin tartışmasına açılacak.
b)    “İlk etapta sendikalar, meslek örgütleri ve çeşitli işçi havzaları dahil, emek alanındaki HDK’lıların bulundukları alanlarda işyerlerinden başlayarak, şubelerde ve giderek iş ve hizmet kollarında birlikte toplantı organizasyonlarının yapılması… Bu toplantılarda HDK’nın emek alanına yönelik temel belgelerindeki (program, genel kurul kararları …) görüşleri esas alınarak, alanlara (iş ve hizmet kolları, farklı işçi havzaları …) yönelik ortak politika ve çözüm üretmeye yönelik bir sürecin başlatılması…” çağrısı yapıldı.
c)    İkinci etapta ise benzer toplantıların başta İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır gibi metropoller olmaz üzere, bütün iller ve bölgeler düzeyinde “Emek Çalıştayları” biçiminde organize edilmesi… Ve yukarıda söz edilen metnin bu çalıştaylarda tartışılması, sonuçlarının komisyona aktarılması istendi.
Sonuç:
a)    “İlk etapta” atılması istenen adımların atılmadığı ve/veya atıldığı yönünde komisyona bir bilgi henüz ulaşmadı.
b)    Ankara, İzmir, Eskişehir, Bursa illeri dışında başta İstanbul olmak üzere İl meclisleri düzeyinde Emek Komisyonları kurulmadığı, kurulmuş olanların ise Genel Emek Komisyonu’yla koordineli bir çalışma yürütmediğini, öte yandan yapılan çağrıların, önerilerin, tavsiye kararlarının yerel meclislerce hakkıyla uygulanmadığını  belirtmek gerekir.

2.    “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği” ile ilgili karar ise, genel olarak meclis ile sokak çalışmalarını birleştiren bir “yoğunlaşmış çalışma planı” hazırlanarak etkinlikler yapılması uygun bulundu. Bu konuda bir çalışma başlatıldı. Ancak Hava Yolları’nda hükümetçe devreye sokulan “grev yasağı ve bu yasağa karşı iş yavaşlatma eylemi yapan 305 işçinin apar topar işten atılması” nedeniyle çalışma ertelendi. Hava İş’teki durum öne alındı.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği konusunu komisyon yeniden ele aldı. Kongre düzeyinde Genel bir “Yoğunlaşmış çalışma” başlatılması ve sorunların ağırlıkla yaşandığı maden ocakları, tersaneler, inşaat sektörü gibi alanlarda “pilot çalışmaların” yapılması yönünde çalışma 13. Emek Komisyonu toplantısında sonuçlandırılarak yürürlüğe koyulacak.
3.    Hava iş kolundaki grev yasağı ve işten atılan 305 işçi ile ilgili olarak olağanüstü toplanan Komisyon şu saptamayı yaptı: “Hava iş kolundaki grev yasağı yalnızca bu işkoluyla sınırlı kalmayacak, adım adım başta ulaştırma sektörü olmak üzere stratejik iş kollarında da grev yasaklarının yolunu açacak bir saldırıdır. Bu saldırı aynı zamanda hükümetin vesayetinde davranmayan, tüm muhalif sendikaların etkisizleştirilmesi ve tasfiyesini de öngören bir politikanın sonucudur. KESK’e yönelik grev yasağı, meclisteki toplu iş ilişkileri yasa tasarısındaki yasaklar dikkate alındığında bir bütün olarak işçi sınıfının ve emekçilerin devletten, sermayeden ve onların hükümetinden bağımsız eylemini ve örgütlenme özgürlüğünü kısıtlama, ortadan kaldırma girişimidir. (…) Grev yasağı hemen kaldırılmalı, hakları için haklı ve meşru temelde mücadele eden ve işten atılan TYH çalışanları derhal yeniden işe alınmalıdır.”

Öte yandan, yerel meclislere 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin 42. yıl dönümüne yönelik bütün genel ve yerel etkinlerin Hava iş kolundaki realiteyle birleştirilerek organize edilmesi yönünde aşağıdaki 10 günlük “eylem takvimi” önerisini yaptı:
a)    Bu perspektifle, Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük iller KESK, DİSK, TMMOB, TÜRK-İŞ ve diğer toplumsal muhalefet güçleriyle yapılması önerilen eylemler Ankara, İstanbul ve İzmir gibi illerde yapıldı. Örneğin, 15 Haziran akşamı İstanbul/Taksim Gezi Parkı’ndaki “söz direnişteki işçilerin” eylemine katılım ve çoşku iyiydi.
16 Haziran Hava alanı önünde yapılan eyleme katılımda iyi sayılırdı. Ancak her iki eyleme HDK’nin katılımı zayıf, bayrak ve flamaları yok denebilecek kadar azdı.

Diğer yandan, yine İstanbul’da Kadıköy ve Taksim’deki THY bilet satış büroları önünde gerçekleşen “THY’yi boykot ediyoruz, THY biletlerini iptal ediyoruz” eylemine katılım çok yetersizdi.

Sonuç:
a)    Her iki eylemin organizasyonu ve adı geçen güçlerin biraraya getirilmesinde Komisyonun önemli katkısının olduğunu belirtmek gerekir.
b)    Ancak, HDK bileşenlerinin HDK’nın yetkili organlarının çağrısına gereken ilgiyi göstermedikleri, eylemlere kitlesel katılım sağlamadıkları, kendi bayrak, flama, döviz gibi görsel araçlarının yanı sıra HDK’nin bayrak, flama gibi görsel araçlarını taşımadıkları,  bu nedenle HDK logolu eylemlerin çok zayıf ve etkisiz olduğunu, bu durumu tersine çevirecek yapıcı ve motive edici bir çalışmanın Genel Meclis ve Yürütme Kurulu tarafından başlatılmasını önemli belirtmek isteriz.

4.    Komisyon, “25 Haziran günü KCK adı altında KESK merkezi ve bağlı sendikalara yapılan polis operasyonu sonucunda aralarında KESK Genel Başkanı Lami Özgen’in de bulunduğu 56 sendika yöneticisi ve üyesinin gözaltına alınması nedeniyle” Olağanüstü toplantı yaptı. Toplantının sonucunda:
a)     “Hükümet Çılgın Olmalı” başlıklı Yürütme Kurulu imzasıyla bir basın açıklaması yapıldı. Hükümetin tutumu kınandı ve bütün toplumsal muhalefet güçleri birleşik mücadeleye çağrıldı. Bu bağlamda HDK yerel meclislerinin KESK’in çağrı yaptığı Ankara/Adliye önündeki eyleme kitlesel katılım sağlanması çağrısı yapıldı. Ayrıca KESK merkeziyle bir görüşme yapılarak, “KESK merkezince “bütün Konfederasyonlara, meslek örgütlerine, demokratik kitle örgütlerine, politik parti ve çevrelere, aydın, sanatçı, yazar, akademisyen ve hükümet politikalarından rahatsız olan diğer çevrelere çağrı yapılması ve bu toplantıda ortak tutum geliştirilmesi için bir imkan sağlanması” yönünde bir önerinin yapılması uygun bulundu.
Ancak, bu görüşme istenilen zamanda gerçekleşmedi. Bu görüşme ancak bir heyet halinde 11 Temmuz 2012 günü gerçekleşti. Görüşmede hem geçmiş olsun dileklerimiz iletildi, hem de yukarıda çerçevesi belirtilen öneri doğrultusunda görüş alışverişinde bulunuldu.
b)    Bu önerinin KESK merkezince uygun bulunmaması halinde Kongre olarak ne yapılabileceği, nasıl yol ve yöntem izleneceği konusunun bir sonraki toplantıda ele alınacak.  



Genel Meclis Emek Komisyonu







Halklar ve İnançlar Komisyonu Raporu
 
 
HDK, Kuruluş Kongresinden sonra geçen 6 ay içinde merkezde ve yerellerde "Halklar ve İnançlar Komisyonu" kurulması konusunda gerekli çabayı göstermemiştir.
 
1.Genel kurulumuz sonrasında üç yürütme kurulu üyesi görev almış ve komisyonu yeniden oluşturma çalışmalarına başlamıştır.
Kongremizin oluşumunda yer alan ve yer alamayan Halklar ve İnançların temsilcileri ya da bireylerine ulaşarak karşılıklı tanışma, ilişkilerin gelişmesi ve ortak mücadele alanları yaratma çabaları yürütülmektedir. Komisyonun ilk kuruluş aşamasında çalışmalara katılan bazı temsilcilerin sonradan geri çekilmeleri konusu kendileriyle görüşülmekte, varsa eleştirileri dikkate alınmakta,  değerlendirilmektedir.
 "Halklar ve İnançlar" takviminin oluşturulması için bilgi toplanmaktadır..
Kuruluş Kongresinde kararı alınmış bulunan Halklar Kongresinin Ekim ayı içinde gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir.


Genel Meclis Halklar ve İnançlar Komisyonu


Örgütlenme Komisyonu Raporu

Değerli Arkadaşlar,

I.Genel Kurul’a sunulan örgütlenme raporunun son paragrafında şunları söylemiştik.

“İlk altı ayı kendimizi tanımlama aşaması olarak değerlendirirsek, önümüzdeki altı ayı da “kendini örgütleme” dönemi olarak kavramak, meclis çalışmalarının örgütlenmesini ve ülke çapında yaygınlaşmayı önümüze hedef olarak koymak gerekmektedir. (…) Bunu yaparken kurulmuş ve faaliyetlerini sürdürmekte olan meclislerin de eylem birliği, platform vb. çalışma tarzlarından koparak, halk meclislerine doğru gelişmesi ve yerellerde derinleşmesi sürecine hız vermeliyiz.”

Bu “altı ay”ın iki ayını daha geride bıraktık.
Denilebilir ki, HDK bulunduğu her yerde asgari bir politik varoluşu sağlamış durumda. Hemen hemen güncel her politik gelişmede ve bazen yerel sorunlarla ilgili olarak onlarca küçüklü büyüklü etkinlik gerçekleşmektedir. Her gün daha fazla insan HDK’nin varlığından haberdar oluyor, yüzünü bize doğru çeviriyor.
Ancak itiraf etmeliyiz ki “kendini örgütleme dönemi” kavramına ya da iddiasına uygun bir örgütsel gelişmeden hala çok uzağız. En esaslı hedefimiz, halk meclislerini her geçen gün daha çok bölgede ve halkla daha çok bütünleşerek yaygınlaştırmak. Ne var ki Meclis ya da meclis girişimlerimiz büyük ağırlıkla siyasi kadrolardan oluşuyor, halka değebilmiş değil. Meclisler gerektiği gibi toplanamıyor, gelişemiyor, tersine genellikle ilk dinamizmlerini kaybetmiş durumda, daralıyor. Yürütmeler eylem komitesi olarak, güncel politika üzerinden etkinlikler, eylemlilikler yapmaya çalışıyor. Kısacası HDK örgütlenemiyor.

50 civarı İlde ve 80 kadar ilçede meclis ve meclis girişimlerimiz var. Yine 20 kadar kadın, 20 kadar gençlik meclis ve meclis girişimleri oluşturulmuş durumda. Ancak Kasım ayında gerçekleştireceğimiz kongreye kuruluş aşamasında olduğu gibi “belirlenen” değil de “seçilmiş” delegelerle gitme planımız dikkate alınırsa son derece yoğun bir örgütlenme çabası içine girmemiz gerektiği ortaya çıkıyor. Peki, ama bu yeter mi? Ulaştığımız örgütlenme düzeyinin yetersizliği sadece daha çok ve enerjik bir çalışmayla giderilebilir mi? Yoksa daha derin nesnel ve öznel sorunlar var da bunları mı aşmak zorundayız?

Her şeyden önce HDK’nin bileşenlerinin ortak enerjisi henüz aritmetik bir toplama bile ulaşabilmiş değildir. Yani birlikten kuvvet henüz doğamamıştır.

Merkezi politik çalışmalarımız genel ajitasyon düzeyinde eylemlilikler ve beyannameler biçimini aşarak gündem belirleyen politik ataklar niteliğine erişememiştir. Beş eksen üzerinden tanımladığımız toplumsal dinamiklerin sorunlarını ve taleplerini temel alan istikrarlı, ortak HDK politikaları olduğu söylenemez.

Meclis tarzı örgütlenmenin teorik kuruluşu ve pratik uygulanışında bir kavrayış ortaklığı ve netlik olmadığı açıktır. Bu konudaki deney eksikliği ve yılların dar pratiklerinin yarattığı halkla temas refleksinin zayıflığı da sorun olmaktadır. Kurumlar, HDK’ye tüm varlıklarıyla entegre olamamış, HDK anlayışını içselleştirmemiş durumdadır.

Bireylere ulaşmak, HDK içerisinde onların daha fazla yer almasını sağlayacak bir tutum yerine kurumların grupsal davranışları var olanlarda kırılganlıklara yol açmaktadır.

Bileşenlerimizin HDK’nin gençlik faaliyeti konusunda gerekli duyarlılığı göstermemesi nedeniyle de gençlik meclisleri potansiyellerinin çok altında ilerlemektedir.

Bu ve benzeri tespitleri çoğaltmak mümkündür ve bunlar zaten her fırsatta, hem yerel hem de merkezi düzeylerde tartışılmaktadırlar. Şunun farkındayız: HDK’nin önündeki en büyük tehlike kendi yağında kavrulmaya razı olması, kendi rutini içinde yuvarlanıp gitmesidir.

Bunun önüne geçmek için GERÇEK sorunları görmeli ve GERÇEK çözümleri hep birlikte aramalı ve bulmalıyız. HDK Meclisinin, HDK’nin tüm birleşenlerinin önündeki en önemli görevlerden biri budur.

Birkaç öneriyle yolu açmaya çalışalım:

HDK Bileşeni tüm kurumlar yukarıdaki saptamalarda yer alan konuları kendi içlerinde tartışmalı ve samimi cevaplar vermelidir.

Emek, ekoloji, halklar ve inançlar, kadın ve gençlik alanları başta olmak üzere halkların demokratik taleplerini içeren bir çok konuda temel politikalar üretilmeli, ısrarla takip edilmelidir.

Kurumlar olarak kuvvetlerimizi merkezlerden aşağı doğru değil, mahalle ve ilçe örgütlenmelerinden, aşağıdan yukarı doğru vermeli ve ortak kitle içerisinde ortak HDK çalışması yapılmalıdır.

Kurucu görevin devam ettiği bilinciyle her kurum başta örgütlenme olmak üzere bütün komisyonlara kadrolar vermelidir.

Örgütlenme komisyonu tüm kadrosuyla HDK örgütlenme anlayışında ortaklaşmalıdır. Örgütlenme sorunları ve çözümleri konusunda geniş katılımlı bir çalıştay yapmalıdır.

Genel Meclis’te ortaya çıkacak düşünceler ve önerileri de dikkate alarak Örgütlenme Komisyonu Kongreye kadarki dört ay için bir örgütlenme perspektifi ve planlaması yaparak tüm HDK çalışanlarının bilgisine sunmalıdır.


Genel Meclis Örgütlenme Komisyonu




Ekoloji Komisyonu Raporu
Anadolu’nun her yerinde, dereler ve vadiler (su havzaları) sermaye birikimine hızlıca sokulmaya çalışılarak yaşam ve doğa yok olma tehdidi altına alınırken, kentlerde uygulamaya konulan “kentsel dönüşüm” adı altındaki sermaye projeleriyle insanlar yıllardır yaşadıkları mekanlarından, evlerinden barklarından sökülüp atılmak istenmektedir. Bu süreçte dere yatağına yapılan TOKİ evlerinde Samsunda olduğu gibi insanlar sel sularında, Giresunda olduğu gibi HES inşaatlarında, Erzurum Aşkalede olduğu gibi baraj göletinin ortasında kalan elektrik direğini onarmaya giderken donarak baraj göletinde ölmektedirler.
Sermayenin bu doğaya ve yaşama saldırısına karşı kentlerde kırda Anadolunun her yerinde doğayı ve yaşamı korumak için değişim değerini değil kullanım değerini esas alan politikaları geliştirmek ve mücadele etmek hepimizin tarihsel görevidir
Bu görevi üstlenmiş olan HDK ekoloji komisyonu 30 Haziran 2012 tarihinde yıkımın yaşandığı ilçelerden gelen arkadaşlarımızla 1. kentsel dönüşüm çalıştayını yapmıştır.  Detayları ekteki raporda görülen çalıştayda aşağıdaki temel hususlar belirlenmiştir.

•    Kenti yerinde dönüştürdüğü iddiası ile ve alternatif sağlıklaştırma projesi olarak gösterilen Kentsel Dönüşüm,  “Toplumsal ve kentsel yenilenme” projeleri sermayenin yeniden üretilmesidir.  
•    Bu projeyi desteklemek için çıkarılan Kentsel dönüşüm yasası da bir mülksüzleştirme geleceksizleştirme yasasıdır.
•    Kentsel dönüşüm, sınıfların kentsel mekânda yeniden dağılımıdır. Kent mekanı içinde ve çevresinde var olan doğal alanların da kullanıma ve rant a açılma projesidir.

Kentsel dönüşüme karşı dururken;
•    Evrensel hak ve değerlere sahip çıkıyoruz
•    insanı özne alıyoruz.
•    Sağlıklı ve güvenli yaşam alanları istiyoruz.
•    Barınma hakkını kullananlardan vergi alınmaması gerektiğini ve
•    Kamu kaynaklarının eşitlik ve adalet çevresinde kullanılmasını savunuyoruz.


Mülksüzleştirme ve geleceksizleştirme projelerine ve uygulamalarına karşı sözümüzü örgütlenme  zeminlerinde söylemeye devam edeceğiz.
HDK olarak siyaseti, toplumsal kesimlerin kendi taleplerini siyasallaştıracakları süreci örmeliyiz:
Mücadelenin örgütlü olarak başarılacağına inanıyoruz. Bu nedenle çalışmalarımızı örgütlenme komisyonu ve ilçe meclisleri  ile koordineli yürüteceğiz, gerekirse yerellerde kentsel dönüşümle ilgili halk komiteleri kurulmasını önemsiyoruz.

Ek 1. Halkların Demokratik Kongresi 1.Kentsel Dönüşüm Çalıştay Raporu
Ek 2. Beşiktepe C., Önen Y (2012) “kapitalist kent örgütlenmesine karşı  deprem sonrası Van’da yeni yaşam ortamları için öneriler” HDK Bilgilendirme Notu






1. Kentsel Dönüşüm Çalıştay Raporu

Anadolunun her yerinde, dereler ve vadiler (su havzaları) sermaye birikimine hızlıca sokulmaya çalışılarak yaşam ve doğa yok olma tehdidi altına alınırken, kentlerde uygulamaya konulan “kentsel dönüşüm” adı altındaki sermaye projeleriyle insanlar yıllardır yaşadıkları mekanlarından, evlerinden barklarından Beşiktepe ve Önen’in belirttiği gibi sökülüp atılmak istenmektedir. “Sadece İstanbul’da 650 binden fazla evin yıkımı, 3 milyon insanın yerinden edilmesi söz konusudur. Bu sürece karşı koyabilmemiz için önce bu süreci tüm boyutlarıyla ortaya çıkarmamız gereklidir.
Kent mekanlarının metalaştırılarak sermayenin birikim mekanı haline getirildiği günümüzde, sömürüye dayanan bir kentsellikten, insanoğlunun hak ettiği bir kentselliğe olan yolun açılması, sermayenin değil insanlığın yararına bir dönüşümün gerçekleştirilmesi, tüm sürecin sona erdirilmesinin biricik yolu olarak görülmektedir.

Bunun için kentlerin ve doğal çevrenin değişim değerini değil kullanım değerini esas alan politikaları geliştirmek ve mücadele etmek hepimizin tarihsel bir görevdir” (Önen Y. ve Beşiktepe C.,2012) .

Bu görevi üstlenmiş olan HDK ekoloji komisyonu 30 Haziran 2012 tarihli kentsel dönüşüm çalıştayında;

Kentsel dönüşümün insanları topraktan doğadan koparıp, yaşadıkları alanın onda biri (örneğin 300 bin metre karelik alanda yaşayan insanları 30 bin metre karelik alana sıkıştırarak) büyüklükteki apartman dairelerinde yaşama zorlayan uygulamalar; kültürsüzleştirme ve mülksüzleştirme projeleri olduğu ve kültürel yapıların hızla dağıtılarak gettolar oluşturulmaya çalışıldığı,

Bu projeler ile hayatımıza, yaşam ortamlarımıza kastedildiği, sitelerle sokak çocuklarının ayrıştırıldığı,

İstanbul’da Derbent’te, Esenler’de, İzmir’de 5,000 hektar alan, 26 mahalle; Ege Mahallesi, Alsancak, Roman Mahallesi, Kadifekale ve diğerleri, boşaltılıp halkın kentten sürgün edilmek istendiği belirtildi.

Yerelde bu sürgünle karşı karşıya olan halk kentsel dönüşümün kapitalist saldırı olduğunu, AKP ya da CHP belediyelerinin bu politikalarda uzlaştıkları açıkça ifade etti.

Toprak üzerinden bir rant ve iktidar alanının oluşturulduğu, bunun zihinlere yerleştirilmesi gerekliliği, KHK (kanun hükmünde kararname) ler ile bu merkezileşmiş erkin pratiğe geçirildiği belirtildi.
Kentlerde halkın evlerden sökülüp atıldığı gibi küçük imalatçılarında bu bölgelerden sökülüp atılmaya çalışıldığını buna karşı küçük esnafla birlikte küçük imalatçıların haklarını ve çalışma ortamlarını sağlıklı bir biçimde sürdürmelerini sağlamak gerekliliği,

Çıkarılan yasa ve yönetmeliklerle, kentsel dönüşüm politikalarına karşı hukuki kazanımların imkansız hale geldiği, bu nedenle halkın haklarının neler olduğunu çok iyi anlatmak ve yaşam alanlarının dönüşüme değil yenilenmeye ihtiyacı olduğu vurgusuyla sürece müdahale etmek gerekliliği,
Pragmatik, yararcı bir yaklaşımdan uzak durup, yaşam ve barınma hakkı üzerinden birlikte  ele ele yürünmesinin önemi,

Mahallelerde parti farklılığını öne çıkarmadan namuslu muhtar ve kitle önderleri ile birlikte olunması ve dayanışılması,

Kentlerde yaşayanların yaşam alanlarını koruma adına mücadele ve direniş içinde oldukları Anadolunun pekçok yerinden gelen temsilciler tarafından aktarıldı.
HDK olarak mücadeleyi büyütmenin, gençlere ulaşmanın ve mücadeleleri birleştirmenin önemi vurgulandı.
Açıktır ki sağlıksız koşullarda ve zar zor yaşamını sürdüren halk kentsel dönüşüm adı altında borçlandırılarak sistemin kölesi haline getirilmek istenmektedir. Çevreci olarak gösterilen TOKİ’nin yaptığı evlerin Başıbüyük’te olduğu gibi çöktüğü belirtildi. Bu durumu açığa çıkarıp Anadolu’nun her yerinde yaşananları ve uluslar arası örnekleri her yerde paylaşılması gerektiği belirtildi.
HDK olarak;
Kadın sığınmaevi, çocukevi, yeşil alanlar, afet, kentsel dönüşüm, maden, 2B için sözümüz ve görüşümüz net olarak ortaya koymalıyız  
Hazırlanmış olan projelere yönelik pazarlık yapmak, planlama yerine yaşam alanlarımızı savunmalıyız. Mahallelerde bölünmemeli, sermaye ve yandaşları ile pazarlığa oturmamalı, bölünmemeliyiz.
Biz barınma hakkı üzerinden herkese sağlıklı konut hakkını savunmak durumdayız. Yıllar önce gelip mahalleler yaratmış ve bu mahallelere yerleşmiş olanların artık hak sahibi olduğunu savunmalı ve söylemeliyiz.
HDK  bu mücadelede mücadelenin birleşeceği tek merkezdir. Bunu görünür kılmalıyız.

HDK olarak kentsel dönüşüme karşı yapmaya çalışacaklarımızda, sermayenin ve iktidarın hızını aşan bir çalışmaya ulaşmalıyız. Bizler bir taraftan bu ranta karşı mücadele ederken, diğer yandan halkla buluşmalıyız.
Bir izleme mekanizması oluşturmalıyız. Bilgiye ulaşıp hızlıca yaygınlaştırmalıyız
Ekoloji alanında mücadele edenler terörist olarak suçlanmaktadır ve suçlanmaya devam edileceği açıktır. Yaratılmaya çalışılan yasalarla güçlendirilen korku ve sindirme politikalarına karşı hazırlıklı olmalıyız.
Marx’ın dediği gibi “kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser”. Halk göç ile İstanbul’a sürüldü. Şimdi de kent dışına sürülmek isteniyor. Nazım Hikmet diyor ki “tahtakurusunun adını değiştirerek, onu güzelleştiremezsin”.
•    Kenti yerinde dönüştürdüğü iddiası ile ve alternatif sağlıklaştırma projesi olarak gösterilen Kentsel Dönüşüm,  “Toplumsal ve kentsel yenilenme” projeleri sermayenin yeniden üretilmesidir.  
•    Bu projeyi desteklemek için çıkarılan Kentsel dönüşüm yasası da bir mülksüzleştirme geleceksizleştirme yasasıdır.
•    Kentsel dönüşüm, sınıfların kentsel mekânda yeniden dağılımıdır. Kent mekanı içinde ve çevresinde var olan doğal alanların da kullanıma ve rant a açılma projesidir.

Kentsel dönüşüme karşı dururken;
•    Evrensel hak ve değerlere sahip çıkıyoruz
•    insanı özne alıyoruz.
•    Sağlıklı ve güvenli yaşam alanları istiyoruz.
•    Barınma hakkını kullananlardan vergi alınmaması gerektiğini ve
•    Kamu kaynaklarının eşitlik ve adalet çevresinde kullanılmasını savunuyoruz.

Mülksüzleştirme ve geleceksizleştirme projelerine ve uygulamalarına karşı sözümüzü örgütlenme zeminlerinde söylemeye devam edeceğiz.
Kentsel dönüşüme karşı verile(n)cek mücadele siyasi bir mücadeledir. HDK olarak siyaseti toplumsal kesimlerin kendi taleplerini siyasallaştıracakları süreci örmeliyiz:
Barınma hakkı en temel insan hakkıdır. Kentsel dönüşüm gibi mülksüzleştirme geleceksizleştirme projeleri ve yaptırımlarına karşı verilecek mücadele halkın meşru mücadelesidir.
Kentsel dönüşüm ile ilgili ve sermayenin tehdidi altındaki doğayı suyu ve yaşamı savunacağımız çalışmaları yaparken örgütlenmeye önem veriyoruz. Mücadelenin örgütlü olarak başarılacağına inanıyoruz. Bu nedenle çalışmalarımızı örgütlenme komisyonu ve ilçe meclisleri ile koordineli yürütmeyi sürdürmeyi, gerekirse yerellerde halk komiteleri kurulmasını önemsiyoruz.
HDK meclislerinin temel mücadele alanlarından biri olarak “Kentsel dönüşüm” sorunu meclis toplantılarında sürekli gündeme alınıp mücadele büyütülmelidir.
Mücadeleyi verecek olan yerellerdir, bilenler değil. Bize dayatılan projelere karşı alternatif üretmemeli neden karşı olduğumuzu net söylemeliyiz. Yerelden bilgiyi net almalıyız. Kendi içimizde toplantılar yapmalıyız. Toplantıları kayda almalı, bilgiyi paylaşabilmeli, dokümanları, kayıtları her yere ulaştırabilmeliyiz.
Kentsel Dönüşümle ilgili pankartlar hazırlamalıyız  
HDK Ekoloji Komisyonu olarak Kentsel dönüşümle ilgili bilgiyi ve uygulamaların yaşandığı yerellerdeki gelişmeleri paylaşacağımız, benzer sorunu yaşamış olanların yaşanmışlıklarını aktaracakları halk toplantıları, çalıştay ve forumlar yapmaya devam edeceğiz. İlkini yaptığımız çalıştayı Kentsel Dönüşüm tehdidi altındaki yerlerde bölge toplantıları olarak yapmayı sürdüreceğiz.

KAPİTALİST KENT ÖRGÜTLENMESİNE KARŞI
DEPREM SONRASI VAN’DA
YENİ YAŞAM ORTAMLARI İÇİN ÖNERİLER

A. KAPİTALİZMİN KENTSEL RANT KURGUSU
İnsanlık tarihi, insanın yaşadığı çevreyi köklü olarak değiştiren  biri “tarım devrimi” diğeri “sanayi devrimi” olmak üzere iki büyük devrimin yaşanmış olduğunu gösterir.  Bu devrimler sonucunda insanın yaşamı derinden bir değişime uğramıştır. Tarım devrimiyle yerleşik hayat ve bunun sonucu olarak köy yerleşim yerleri, sanayi devrimiyle de bugünkü anlamda modern kentler ortaya çıkmıştır.
İnsan yaratıcılığının olağanüstü ürünleri olan kentler, insanlığın on bin yıllık bilinen tarihinde ve insan aklının gelişiminde önemli roller oynamış uygarlık atölyeleridir. Kentsellik olgusunu, farklı kültürel ve tarihsel bağlamlarda birçok değişik bakış açılarıyla irdeleyen literatürde kentin çok sayıda tanımlamaları vardır. Her tanımlamanın üzerinde çalışılan bilimsel alana göre yapılmış olması da şaşırtıcı değildir.
Tarih içinde kent ekonomisinin değişim sürecinin kent mekanındaki en belirgin kanıtı özelleşmiş bir işlevsel alan olarak “Pazar Yeri”nin ortaya çıkışı ve “para”nın kullanılmaya başlanmasıdır.
Sermaye bir süreçtir. Toplumsal hayatın meta üretimi aracılığıyla yeniden üretimi sürecidir. Süreç yeni ihtiyaç ve istekler yaratarak, insanın emek kapasitesini ve arzuyu sömürerek, mekanları dönüştürerek, aşırı birim sorunları yaratır. Bu mekanizmalar aracılığıyla kendi tarihsel coğrafyalarını yaratan kapitalizmin gelişme güzergahının temeli hep spekülasyon olmuştur: Yeni ürünler üzerine, yeni teknolojiler, yeni mekanlar ve mahaller, yeni emek süreçleri (esnek üretim, kalite çemberleri, aile emeği) ve benzerleri üzerine hep spekülasyon olmuştur.
Modern kentler, sınıfsal eşitsizliğe dayalı kapitalist birikimin (gelişmenin) devamlılığını sağlamak üzere tasarlanan ve mekana doğrudan müdahalelerle inşa edilen bir sosyal-fiziksel ölçeklerdir.
Toplumsal üretim süreci, aynı zamanda, bir yeniden-üretim sürecidir. Üretim koşulları, aynı zamanda, yeniden-üretimin de koşullarıdır. Üretim biçim olarak kapitalist ise, yeniden-üretimin biçimi de aynı olur. Kapitalizm ortaya çıkışından bu yana sadece üretim süreçlerine değil, yeniden üretim süreçlerine de kendi damgasını vurma çabasında olmuştur.
Günümüzde, sermayenin yeniden üretim sürecinde, kent mekanına yapılan yatırımlar sermayenin ikinci döngüsünü oluşturarak karların düşmesini engellemektedir. Diğer bir deyişle kapitalist devlet ve sermayenin işbirliği ile üretilen kentsel mekanın kendisi de (alt yapı yatırımları, iş merkezleri, rezidanslar, konut alanlarıyla ) pazarda değişim değeri olan ticari bir mala dönüşmektedir. Böylece meta üretiminde karlılığın düştüğü dönemlerde, mekana yapılan yatırımlar sermayenin değersizleşmesini engellemektedir.
Kapitalizm için mekanın somut kullanım değeri değil, değişim değeri önemlidir. Mekanın tarihsel-kültürel değeri  ve kullanımının, temsil ettiği sosyal değerlerin  önemi yoktur. Bunlar, söz konusu mekanın değişim değerine katkıda bulundukları, çoğalttıkları sürece önemlidir. . Mekan, kapitalizm açısından pazarda alınıp satılan soyut birer parsel ya da binadan başka bir şey değildir. Bu nedenle toprak ve üzerindeki yapılar, kapitalist ekonomide bir mal haline gelmiştir.
Kentin bir değişim değerleri alanı olarak da önemini kavrayan kapitalizm, “değişim değerinin egemen olduğu” bir sistemdir. Buradaki egemen ifadesi önemlidir, çünkü kapitalist toplumda kullanım değeri ortadan kalkmaz ama kullanım değerleri ancak değişim dolayında gerçekleşir.
Türkiye’deki “Kentsel Dönüşüm” adı altında yürütülen uygulamalara bakıldığında kentsel mekanın “değişim değerinin“ o alanda yaşayanların aleyhine artırılması amacını içerdiği görülecektir. O alanda yaşayanların dışlanarak dağıtılması o alanlarda oluşmuş komşuluk, akrabalık ilişkilerini, yardımlaşmayı, dayanışmayı da dağıtmaktadır. Bir sosyal dokuyu hiçleştirerek “dönüşüm“ yapılması o kentsel alanın değişim değerini (yani yaygın kullanılan kentsel rantı) artırmakta ve değişim değeri sermayeye aktarılmaktadır.
Kentsel dönüşüm adı altında sosyal doku yok edilmekte, halk için “kullanım değeri“ olan mekanları, onları evlerinden söküp atanlar için “değişim değeri“ne dönüştürülmektedir.
Günümüzde Kentler artık iki temel proje etrafında oluşturulmakta, yeniden üretilmekte ve dönüştürülmektedir. Bu dönüşüm projeleri, kentin bir yaşam mekanı “kullanım değeri” ya da yaygın kullanılan kavramı ile kentsel rant “değişim değeri” olarak görülmesiyle birbirlerinden ayrılmaktadır.  
B. KRİZ VE YENİ COĞRAFYALAR
Kapitalizmin krizinin nedenleri arasında en belirleyici olarak görüleni aşırı birikimdir. 1930’lardaki krize de dünya ekonomisine İngiltere’nin egemen olduğu 19. yüzyıl liberalizmiyle gelen aşırı birikim dalgası yol açmıştır. Bu dalga, liberalizmin dizginlenerek,emek, sermaye ve politik güç arası ilişkilerin devlet müdahalesiyle yeniden düzenlenmesini öngören  Keynesyen talep yönetimi rejimleriyle dindirilmiştir.
Kriz esas olarak efektif talebin üretime oranla yetersizliği biçiminde ortaya çıkmıştı; çözüm arayışları da bu temel yürüyordu. 1945’ten 1973’e kadar büyük ölçüde ayakta kalan uzun canlılık döneminin zeminini oluşturan Fordizm güçlü bağlarla Keynesçiliğe bağlanıyordu.
2. Dünya Savaşı ertesinde, Marshall Planı ve daha sonra Amerikan doğrudan yatırımları aracılığıyla, Fordizm sağlamlaşacak ve yayılacaktı. Avrupa’da yoğunlaşan dış yatırımın yanı sıra ticarette de yaşanan açılımlarla,  ABD’deki fazla üretim kapasitesinin başka ülkelerde emilmesi sağlanırken, Fordizmin uluslararası alanda gelişmesi, küresel ölçekte kitle piyasalarının oluşumu ve dünya nüfusunun sosyalist dünya dışında büyük kitlesinin kapitalizmin içine çekilmesi anlamına geliyordu.   
Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) kurulmasını karara bağlayan 1944  Bretton Woods anlaşması altına endekslenen doları dünyanın rezerv parası yaparak dünyanın ekonomik gelişmesini ABD’nin maliye ve para politikalarına bağımlı hale getiriyordu.
1930’lardan beri artarak 1970’lerde doruğuna ulaşan kentleşmenin kırsal işgücünü terk etmesi, diğer yandan “yerkürenin hemen hemen en ücra köşelerinin bile dünya ekonomisine dahil edilmesi sonucu sistemin coğrafi sınırlarına” ulaşılması nedenleriyle sermayenin yeni emek kaynaklarını harekete geçirme kabiliyetinin daralması ve diğer nedenlerle kapitalizm krize girmiştir.  
Kriz, kapitalizmin bir hareket yasasıdır ve kapitalizme içkin bir işleyiştir. Kriz, kapitalist sistemle özdeşleşmiş bir durumdur. Kapitalizmin kriz eğilimi her dönemeçte genişler ve derinleşir. Marx ve Engels’in 1848’de yayımladığı Manifesto bizi toplumu temellerine dek sarsan dönemsel krizlerin kaçınılmazlığı konusunda uyarır. Bunlar, sayısız toplumsal ihtiyaç varken fazladan üretimin, bolluk varken açlığın, giderek genişleyen eşitsizliğin sonucu olan yıkım krizleridir.
Kapitalizm için kent mekânı daha somut olarak da toprak ve yapılar alınıp satılır bir meta olarak merkezi bir konum kazanmıştır.  Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında devletin öncülüğünde gelişmiş ülkelerde kent mekânları hızlı bir metalaşma sürecini yaşamıştır.
Sermayedarlar artı-değer üretebilmek için artı-ürün üretmek zorundadır; bu üretilen değer de sonrasında daha çok artı-değer meydana getirmek için yeniden yatırıma dönüştürülmelidir. Üretim alanında ortaya çıkan sermaye fazlası kent mekânına yönlendirilerek, sermayenin aşırı birikim krizi belli bir dönem için aşılabilmiştir.
Meta üretimi ve tüketiminin gerçekleştiği sermayenin birinci çevriminde biriken sermayenin tekrar yatırıma aktarılmadığı durumlarda, bu aşamada oluşan aşırı birikimin ikinci çevrime aktarılması kapitalizmin krizi çözmenin başlıca yollarından biri olmuştur. İster devlet ister piyasa aracılığıyla olsun, ikinci çevrime aktarılan kaynakların önemli bir bölümü kentsel mekana yönelmiştir.
Kentsel mekana yönelen yatırımlar ise bir yandan aşırı birikim sorununu çözerken, diğer yandan da yeni taleplerin ortaya çıkmasına yol açarak birinci aşamada ortaya çıkan krizin çözülmesine de yardımcı olmuştur. Kent mekanının kendisi sabit sermaye haline gelmekte ve kapitalizm giderek artan biçimde kent mekanına kendi mantığını empoze etmektedir.
Özetlemek gerekirse, gerek gelişmiş gerekse de azgelişmiş ülkelerde, İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşadığı dönemin ekonomi politikalarını ve kentlerin dönüşümünü iki temel döneme ayırarak incelemek  mümkündür.
C. 1950-1980 DÖNEMİ
Kentlerin üstlendiği işlevler açısından birincil olarak emeğin yeniden üretimi ön plana çıkmıştır. Gelişmiş ülkelerde Keynesci birikim stratejileri hakim hale gelirken, Azgelişmiş ülkelerde ithal ikameci sanayileşme modelleri ağırlık kazanmıştır.  
Ancak hemen belirtmek gerekir ki, her iki gelişme stratejisi de uluslararası koşulların da etkisiyle, coğrafi anlamda ulus devlet sınırlarını asli ölçek olarak belirlemiştir. Diğer bir anlatımla, ulusal ekonomiler bir bütün olarak kurgulanmış ve ekonomik karar ve stratejiler belirlenirken, ulusal ekonomi temel veri olarak alınmıştır.
KEYNESÇİ BİRİKİM SÜRECİNDE: Gelişmiş ülkelerde devlet, aşırı birikimin yarattığı sermayeyi yönlendirme rolünü üstlenmiştir. Geniş ölçekli refah devleti uygulamaları bu aşırı birikimin ikinci çevrime aktarılması ile mümkün olabilmiştir.  Kentsel alanlar bu tür bir aktarımın ve de refah devleti uygulamalarının merkezinde yer almıştır. Eğitim, sağlık, konut, ulaşım ve benzer alanlarda yapılan yatırımlar kentsel alanların bu hizmetler etrafında tanımlanmasının da en önemli nedeni olmuştur. Bu süreçte uygulanan “sosyal devlet” anlayışı, emek ve sermaye arasındaki temel çelişkiyi ortadan kaldırmamakla beraber, bu dönemde artan refahtan emekçi kesimlerin de pay almaları sağlanmıştır.
İTHAL İKAMECİ SANAYİLEŞME MODELİNDE: Sosyal refaha ilişkin devlet müdahaleleri azgelişmiş ülkelerde sınırlı olmuş, sermayeye aktarılan devlet kaynaklarıyla hızlı bir kalkınma hedeflenmiştir.
1950’lerden bu yana Türkiye’de kentleşme, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmenin bir göstergesi olarak biçimlenmemiş, açık pazar ekonomisine geçişin ve sermaye biriktirmenin bir aracı olarak kullanıştır. Tarım alanında 1950’lerden itibaren büyük değişmeler olmuştur. Tarımın teknolojik yapısında, işlenen toprakların mülkiyet yapısında ve tarıma aktarılan kredilerin dağılımındaki değişmeler sonucu olarak ortaya çıkan mülksüzleşme, işsizlik, büyük bir nüfusun tarımdan kopuş ve göçler sürecini başlattı. Türkiye, bu gelişmeler sonucu tüketim mallarına yönelik “ithal ikamesi” denen bir sanayileşme sürecine girmiştir.
Dayanıklı tüketim (otomobil, buzdolabı gibi) mallarının ithal edilmesi ve bu malların giderek montaj ağırlıklı olarak büyük kentlerde üretilerek iç pazara sürülmesi; tarımın ticarete açılarak tarımsal gelirlerin sermaye birikimine aktarılması, ithal ikamesine dayalı kalkınma politikasının esasını oluşturmuştur. Bu süreçte, sermaye birikiminin kaynağı ucuz işgücüdür. O da, tarıma traktörün girmesiyle açığa çıkan işgücünün kentlere göçüdür.
“İthal ikameci” işbölümü, sermaye birikim süreçleri ve sınıfların şekillenmesi açısından bir dönüm noktasını oluşturduğu gibi; aynı zamanda sermaye ve emeğin, dolayısıyla nüfusun mekanda yeniden dağılımını getirmiştir..
Ucuz işgücü olarak başta İstanbul olmak üzere kentlere gelenlere ne merkezi ve yerel yönetimler ne de sermaye hiçbir biçimde destek olmamış, gecekondu, göç eden yoksulların barınma sorunlarını çözmek için başvurduğu bir yol olmuştur. Böylece, emek gücünün yeniden üretimi sorunu işçi sınıfı ve emekçilere havale edilmiştir.
Sermaye biriktirmek yalnızca ucuz iş gücüne; rant merkezli kentsel gelişmeye, kent rantlarının el değiştirmesine dayanmıştır. Kentlerde yoğunlaşan sermayenin, kentin tarihsel dokusunu rant için yıkmasına göz yumulmuştur. Kentleşmenin sosyal ve kültürel maliyeti göz ardı edilmiş: işgücünün ihtiyacı olan sağlıklı kente, konuta kaynak ayırmamak ve sosyal ölçekli yatırımları yapmamak yoluyla sermaye biriktirilmiştir. Diğer bir anlatımla, kentleşme sürecinde ortaya çıkan talepler karşılanmayarak, bu sürecin gerektirdiği çözümlerin bulunması yerel toplulukların inisiyatifine bırakılmıştır.
Kapitalist kentleşme sürecinde emekçi sınıfların talepleri karşılanmazken, mevcut sistemin bir krize dönüşmesini engellemek için, gecekondu, enformal sektör gibi kendi yolunu kendi açan girişimler özendirilmiş, çok sayıda çıkartılan “imar afları”, gecekondulara verilen tapular vb. uygulamalarla emekçiler, ezilenler sistem içine çekilebilmiştir.
Özetlemek gerekirse, İkinci Paylaşım savaşından 1970’li yılların sonuna kadar uzanan dönemde, gerek gelişmiş gerekse de azgelişmiş ülkelerde, kentsel gelişmenin merkezinde: emeğin yeniden üretimi sorunu vardır.
D. 1980 SONRASI DÖNEM: SERMAYENİN KENTLEŞMESİ
    Gelişmiş ülke kentleri ile azgelişmiş ülke kentlerini ortak kılan nokta: 1980 sonrası yaşadıkları yeni liberal dönüşümlerdir. Bu iki grup kent için de emeğin yeniden üretimini ön plana çıkaran kentleşme deneyimleri, Keynesci ve İthal ikameci gelişme stratejilerinin 1970’li yıllarda içine düştüğü bunalım ve bunun sonucunda hakim hale gelen yeni liberal politikalarla birlikte, son bulmuştur. Bu yeni liberal politikalar;
    Serbest Piyasa ekonomisinin hakim kılınması,
    Sermayenin önündeki tüm engellerin kaldırılması,
    Her şeyin metalaşması, ticarileştirilmesi, Kamusal mal ve hizmet üretimlerinin  özelleştirilmesi,
    Üretim modelinin esnekleştirilmesi,
    Sermayenin, ucuz emek bölgeleri ve yeni coğrafyalara yönelmesi,
    Kapitalizmin mal ve sermaye ihracını dünyanın tüm coğrafyalarına ihraç etmeye başlaması,  
Sanayisizleşmenin, yüksek işsizliğin, istihdam yaratmayan ekonominin, emlak ve finansa dayalı iş dünyasının derinleşerek genişlediği, sermayenin  finans alanlarına yöneldiği yeni bir sürecin başlamasıdır.  
Bu süreçte uluslarası sermaye, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi kapitalizmin kurumlarını kullanarak işçi sınıfı ve yoksullara ve azgelişmiş ülkelere karşı yeni liberal ekonomi politikaları kapsamında başlattığı saldırıyla birlikte dünya çapında daha kolay ve hızlı hareket edebilme yeteneği kazanmıştır.  
Küreselleşme sürecinde, daha geniş coğrafyalara açılmak isteyen uluslararası sermaye, kendine daha fazla karlılık ve spekülatif kazançlar sağlayacak mekanlar arayışı içine girmiştir. Ulus devlet sınırlarını aşan ilişkiler ağının ortaya çıkması kentlerin konumlarında önemli değişikliklere yol açmıştır. Küreselleşme sürecinin yeni mekansal kurgusu, kentlerin birbirleriyle yarıştığı “dünya kentleri” sistemidir.
Bu süreçte dünya üzerinde birçok kent özellikle ticaretin sağladığı avantajla öne çıkmaya ve uluslararası alanda adı devletlerden daha çok anılmaya başlamıştır. Bu da ulus devletin artık yetersiz bir örgütlenme olduğu, geleceğin hâkim yönetim mekânlarının kentler olacağı tartışmalarını da beraberinde getirmiştir.
Bu gelişmelerin sonucunda eskiden ulus-devletler aracılığı ile gerçekleştirilen sermaye, mal, hizmet ve bilgi akışları artık kentler aracılığı ile gerçekleştirilmeye başlamıştır. Günümüzde dünyada sermaye, mal ve bilgi akışına yön veren belirli büyük kentler (Tokyo, Londra, Newyork, İstanbul vb.) söz konusudur. Bu kentlerde verilen kararlar dünya ekonomisine ve dolaylı olarak siyasal yapısına yön vermektedir.
1800’lerde dünyada kentlerde yaşayan nüfus, toplam nüfusun yalnızca yüzde ikisini oluşturuyordu. 1875’de dünyada nüfusları milyonu aşan sadece beş sanayi kenti mevcuttu, nüfuslarının toplamı da 10 milyonunun biraz üzerindeydi. 1925’e gelindiğinde sanayileşme yaygınlaşmıştı ve milyonu aşkın nüfusu olan kent sayısı 32 olmuştu, toplam nüfusları da 72 milyonu aşıyordu.
İnsanlık tarihinde ilk kez, kırsal alanlarda yaşayanlardan daha fazla insan kentlerde yaşamaya başladı. Dünyanın 1960’daki nüfusunun tamamı (4 milyar insan) şimdi kentsel alanlarda yaşıyor. Sayıları 26’yı bulan (toplam 420 milyon nüfusu barındıran) 10 milyondan fazla nüfuslu kentler ortaya çıktı. Dünyanın karasal yüzeyinin yalnızca yüzde 2’sini kaplayan kentler, dünya kaynaklarının yüzde 75’inden fazlasını kullanıyorlar.  
Yapılan araştırmalar, Dünyanın en büyük (nüfusu 250 bini aşan) 744 şehrinde gerçekleşen karbondioksit salınımının, dünyanın tüm ormanlarını bir araya getirdiğimizdeki emme kapasitesini yüzde on aştığını ortaya koyuyor.
1980 sonrası gelişmiş ve az gelişmiş olan ülkelerde yaygınlaşan işsizlik, sanayisizleşme ve yatırımsızlığın  ne derece yaygın olduğunu göstermektedir. Özellikle belli sanayilerde yoğunlaşmış ve kent ekonomisini büyük ölçüde bunun başarısına bağlamış olan kentlerde yaşanan çöküş kent açısından da dramatik sonuçlar doğurmuştur.
Borsada spekülasyona, sınırsız bir kazanç ve tüketmeye dayalı ekonomik sistemin kaçınılmaz sonuçları: finansal krizlerdir. Sanayi toplumunu bir sonuç olarak değil, kentsellik için hazırlayıcı bir aşama olarak gören Lefevbre’ye göre, “sanayide oluşturulan ve gerçekleştirilen artı-değerin azaldığı yerde, spekülasyon, inşaat ve gayrimenkulde gerçekleştirilen oran çoğalır. İkinci devre temel devrenin yerini almaya gelir.” (Lefebvre, 1970)    
Sermayenin küresel ölçekte bütünleştiği mekanın bağrında, sanayisizleşmenin, işsizliğin, yoksulluğun, eşitsizliğin, güvencesizliğin ve mekanın metalaştırılmasının dünyası yaratılmıştır. Dünya üzerinde 1 milyara yakın enformel işgücü,  belirli kent merkezlerinde yoksulluk içinde ve sınıfsal olarak ayrışan kent mekanlarında yaşamaktadır.
Kanıtlar, kentselleşme güçlerinin şiddetle ortaya çıktıklarını ve dünya tarihi sahnesine egemen olduklarını göstermektedir. Kentselleşme, kapsam olarak küreselleşmiştir.Kırsal kesimin kentselleşmesi de hızla ilerlemekte, yaratılan mekan  etkili mekanın yerini almaktadır. Kentselleşme sürecinde içsel farklılaşma, bu farklılaşmaya koşut giden mekanın siyasal örgütlenmesi gibi, apaçık ortadadır. (Harvey, 2003, 282)
Türkiye’de 1980 yılına kadar uygulanan ithal ikameci ve iç pazarı korumacı sanayileşme modeli 24 Ocak kararları ile terk edilmiş, yerine “ihracata dayalı kalkınma” modeli kabul edilmiştir.
Kapitalizmin küresel programına ilk uyum sağlayan ülkelerden biri olan Türkiye, yeni liberal  yapılanma sürecine hızlı bir biçimde eklemlenmiş ve yeni liberal politikaları kapitalist sistemle eşzamanlı olarak uygulamaya sokmuştur. Türkiye, 19. yüzyılın vahşi kapitalizminde olduğu gibi, mal ve sermaye hareketlerinin her yönüyle serbestleştiği demek olan kapitalist dünya ile bütünleşiyordu. Türkiye tarihinde yeni sayfa demek olan 1980’ler,  Türkiye kentlerinin tarihinde de yeni sayfalar anlamına gelmektedir.
İhracatın teşvik edildiği yeni sermaye birikimi sürecinde dünya ekonomisiyle bütünleşme gerçekleşiyor ve iç pazar talebi işçi sınıfının ve diğer çalışanların baskı altına alınarak kısılıyordu. Türkiye, dünya ekonomisiyle bütünleşme sürecini 12 Eylül 1980 askeri darbesinin baskısı, demokratik hakların askıya alındığı temel hak ve özgürlüklerin tamamen ortadan kaldırıldığı bir ortamda yaşayacaktı.  
1980’den günümüze kadar geçen süreçte Türkiye kentlerinin gelişimini etkileyen en önemli dinamik uygulanan yeni liberal ekonomi politikalar kapsamında, kent mekanının sermayenin birikim mekanı olarak görülmesi, mekanın kendisinin metalaştırılmasıdır. Sermayenin finans piyasalarından sonra yöneldiği alan kentsel rantlar ve tüketim alanları olmuştur.
Sermaye kazancının, sanayi üretimi yerine başta finans olmak üzere üretim dışı alanlardan elde edilmeye başlandığı, dolayısıyla, kentlerin sanayi ücretlileri yerine, daha çok hizmet sektörü çalışanlarının ikamet ettiği mekanlar haline geldiği 1980 sonrası dönemde kentlerin ve akılardaki geleneksel belediyeciliğin işlevi değişmiş, halkın kurumları olan belediyeler yeni liberal politikaların kurumları haline getirilmiştir.   
Her bir kentin ve yerel yönetim birimlerinin kendi kaynak ve potansiyellerini sermayeye sunacağı, sürece yarışmacı olarak katılacağı, birbiriyle yarışan kentlerin ortaya çıktığı bir yerel dünya kurulmaktadır. Sermayenin “yönetişim” olarak adlandırdığı yeni bir yönetim anlayışı öne çıkarılarak, kamu yönetimlerinin bir şirket gibi yönetileceği kurgulanmıştır. Bu süreçte, yarışan kentler, marka kentler, sermayeye pazarlanan kentler ön plana çıkarılmıştır.  
Nüfusunun yüzde 70’inin kentlerde yaşadığı Türkiye’de kentli nüfusun % 95’lere kadar artışı öngörülmektedir. Kentsel mekanlardaki konut, altyapı, eğitim, sağlık, ulaşım vb. kamu hizmetleri karlılık açısından önemli potansiyele sahiptir  ve sermayenin yeni birikim alanları olarak seçilmiştir.
Gündelik yaşamda kurulan düzenin ve ortaya çıkan çelişkilerin, toplumlararası ve toplum içi her türlü ilişkilerin temelinde yer alan kent mekanları, sermaye birikim ve kazançları olmuştur. Kent mekanı tamamen “değişim değeri” haline getirilmiştir.
 İstanbul başta olmak üzere Ankara, İzmir, Bursa, Adana, İzmit ve diğer kentlerin  tarihi ve kültürel değerleri, ormanları, sahilleri, su havzaları, vadileri, dere yatakları, parkları, meydanları, tepeleri  sermaye projeleriyle iş merkezleri, alışveriş merkezleri, rezidanslar, konutlar ve gökdelenlerle doldurularak  kentler “değişim değeri“ olarak yeniden üretilmektedir. Planlama anlayışının terk edildiği bu süreçte, sermaye projeleri yaygınlaşmıştır.  
Türkiye’de bin kişiye 49 metrekare alanın  düştüğü  aktif  179 alışveriş merkezinin yıllık cirosu, 25 milyar dolarlık bir büyüklüğe işaret etmektedir.
Kentin değişimi, kentin sınıfsal düzeyde ayrışması ve kutuplaşması derinleşmekte, zaten var olan rant merkezli kentleşme daha da ön planı çıkmaktadır. 1980’lerden sonra artan gelir dağılımındaki eşitsizliğin ve toplumsal kutuplaşmanın, en çok belirginleştiği yerler yine kentsel yaşam ve barınma alanları olmuştur. Gelir dağılımındaki eşitsizlikler ve bölgeler arasındaki dengesizlikler derinleşmiş, yaşam standartları arasındaki uçurumlar büyürken kentlerdeki yaşam alanları da ayrışmaktadır.
Sermaye kesimi  ‘güvenlikli siteler/küçük kaleler’ içinde kendisini ‘koruyarak’ yaşarken, ‘varoşlardaki’ emekçi ve ezilenler genişletilmiş üretimin  bir parçası olarak artık gözden çıkarılmakta,  üretim ve yaşam alanlarının birbirleriyle ve kendi içlerindeki sınıfsal, ekonomik, sosyal ve kültürel bütünlüğünün yıkılarak, emekçilerin ve yoksulların dayanışma ve örgütlülük mekanları dağıtılmaktadır.  
Uygulamaya konulan “kentsel dönüşüm” adı altındaki sermaye projeleriyle insanlar yıllardır yaşadıkları mekanlarından, evlerinden barklarından sökülüp atılmak istenmektedir. Sadece İstanbul’da 650 binden fazla evin yıkımı, 3 milyon insanın yerinden edilmesi söz konusudur.
Kent mekanı dediğimiz olgu sosyal-fiziksel ölçek olarak inşa edilmektetir. Bu inşa sürecinde devlet, sermaye ve sınıflar birbirinden bağımsız olarak anlaşılamaz. Kapitalist toplumsal ilişkiler bağlamında bağımsız bir mekan olmayan kentin bu inşa süreci, ancak bu hegemonya süreçleri üzerinden analiz edilebiliriz.
Bu analizi Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) örneği üzerinden yaptığımızda, sosyal politikaları yürütme amaçlı kamu kurumlarının yeni liberal zihniyetle nasıl dönüştüğünü görebiliriz.

Türkiye kent mekanlarını sermayenin birikim mekanına dönüştüren uygulama anlayışı siyasi otoritelerce (hükümet, belediye) şöyle ifade edilmektedir:
• Kentin Rekabetçi Üstünlüklerini Ön Plana Çıkarmak,
• Kentin Yatırımcılar için bir çekim merkezi olmasını sağlamak,
• Yüksek Bir Rekabet Gücüne Sahip Olabilmek İçin Gerekli Mekansal ve Altyapı Projeleri  Geliştirmek,
• Firmaların Kurulmaları, Büyüme ve Yarışabilmelerinin Önündeki Engelleri Kaldırmak

Mekanın kullanım ve değişim değerlerinin yönlendirilmesi süreci parsel ölçeğini aşmış, kentsel mekanların daha büyük kentsel mekanlarla, metropol mekanlarla, kırsal mekanlarla, hatta “Dünya Kenti“ kavramsallaştırmasyla ifadesini bulduğu gibi uluslararası düzeye varan ilişkiler ağını kapsamıştır.   
Kapitalizmi tanımlayan bütünlüklü mekanizmada iktisadi alanla siyasi alan ayrı ayrı olmayıp, tam tersine iç içe geçmiş durumdadır. Sermaye birikim sürecinde bu iç içelik sistemin aktörleri tarafından sürekli olarak dönüştürülmektedir.
Belleğimizdeki kentler,  “Kentsel mülkiyetin sınıfsal dağılımı” ya da “Sınıfların kent mekanında yeniden dağılımı” nedeniyle değişmektedir. Sistem partileri de bu değişim aktörleri konumundadır. Çeşitli nedenlerle gündeme sokulan kampanyalar, “Marka Kentler” yaratmaktan “Dünya Kenti/Finans Kenti”ne kadar tüm söylemler, kentin sermayeleşmesi sürecinin derinleşerek genişleyeceğine işaret etmektedir.
Kentler, kapitalizmin yeni liberal politikalarının belirleyiciliği altında biçimlenmekte ve dönüştürülmektedir.  Küreselleşme sürecinin ve sermayenin kentleşmesin Türkiye kentlerinde ortaya çıkardığı toplumsal eşitsizlikler ve mekansal ayrışmalar derinleşerek genişlemektedir. Halkın büyük çoğunluğu için kullanım değeri olan mekanlar sermaye için değişim değeri haline dönüştürülerek doğal kaynaklarımız, tarihi ve doğal değerlerimiz, kültürel mirasımız, ekolojik dengeler  yok edilmektedir.
Bu süreç kaçınılmaz değildir. Bu sürece karşı koyabilmemiz için önce bu süreci tün boyutlarıyla ortaya çıkarmamız gereklidir.
Kent mekanlarının metalaştırılarak sermayenin birikim mekanı haline getirildiği günümüzde, sömürüye dayanan bir kentsellikten, insanoğlunun hak ettiği bir kentselliğe olan yolun açılması, sermayenin değil insanlığın yararına bir dönüşümün gerçekleştirilmesi, tüm sürecin sona erdirilmesinin biricik yolu olarak görülmektedir.

Bunun için  kentlerin ve doğal çevrenin değişim değerini değil kullanım değerini esas alan politikaları geliştirmek ve mücadele etmek hepimizin tarihsel bir görevdir.

E. HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ BU TOPLUMSAL YAKLAŞIM VE GEREKSİNİMDEN YOLA ÇIKARAK;
.Toprak üzerinde spekülasyona dayalı faaliyetin ortadan kaldırılmasını,
.Kamu topraklarının teşvik, özelleştirme vb. politikalarla elden çıkarılması uygulamaları derhal durdurulmasını,  
.Toprak mülkiyetinde mülk sahibinin denetiminin topraktan yararlanma ile sınırlanmasını,
.Tarla niteliğindeki toprağın, imarlı arsa niteliğine büründüğü zaman ortaya çıkan değer artışının topluma ait olduğunun  kabul edilmesini, toprak üzerindeki tüm değer artışlarının  vergilendirilmesini,
.Toprak mülkiyetinin iki boyutlu (düzlemde) kalmasını sağlamak, üçüncü boyut olarak değerlendirdiğimiz imar haklarının topluma ait olduğunun kabul edilmesini,
.Barınma hakkı temel bir insanlık hakkı olarak ele alınarak, bu hakkın kullanımına dönük konutların vergilendirme dışında bırakılmasını,  
.Taşınmazların alım-satım işlemlerinin kayıt altına alındığı Tapu Sicilinin ve kayıtlarının incelenmesinin herkese açık olmasının (aleniyet) sağlanmasını, bu bilgilerin coğrafi bilgi sistemlerine (GIS) geçilerek deşifre edilmesini, ülke toprakları ve doğal kaynaklarını yağmalayan arazi spekülatörlerinin ve rantçıların teşhir edilmesini,  
.Yerleşim alanlarında ve gelişme alanlarında toprak edinmeyi  sınırlayacak anti-tekel bir yasal çerçeve oluşturulmasını,
.Kamu arazileri üzerinde yapılacak konutların yalnız kullanım hakkının olduğu (miras hakları dahil), el değiştirme hakkının olmadığı bir çözümün getirilmesini,
.Konutun bir yatırım aracı haline gelmesinin caydırıcı hale getirilmesi, alım satımı sırasında gerçek değeri üzerinden vergilendirilmesini, bir konuttan fazla konuta sahip olmanın özendirilmemesi, birden fazla konuta sahip olanlardan artan oranda vergi alınması yönünde düzenlemelerin yapılmasını,
 Savunmaktadır.

F.  VAN İÇİN İNSANİ TOPLUMCU EKOLOJİK VE BÜTÜNCÜL BAKIŞ
.Türkiye, Dünyanın üç büyük deprem kuşağından biri olan Alp-Himalaya Deprem Kuşağı’nda yer almaktadır. Depremler Türkiye’de; Avrasya, Afrika ve Arap  kıtaları arasındaki tektonik süreçlere bağlı olarak meydana gelen diri faylar boyunca oluşurlar.
.Yüzölçümünün %92’si (%45’i 1.derece, %26’sı 2.derece), nüfusunun %95’i ve sanayisinin %98’i deprem bölgesinde olan Türkiye’de son yüzyılda büyüklüğü  5.0’dan büyük olan toplam 135 deprem olmuştur. Ortalama her 1.1 yılda yıkıcı bir depremin yaşandığı Türkiye, en sık yıkıcı deprem periyoduna sahip bir ülkedir. Bu depremlerde (resmi verilere göre) yaklaşık yüzbin kişi yaşamını yitirmiş, ikiyüz  bin kişi yaralanmıştır.
.Ancak özellikle son yüz yılın bilançosu bile depremin yol açtığı ölümleri ve hasarları asgariye indirmek için gerekli önlemlerin  alınmadığını göstermektedir. Bu tespitin en yakın örneği,  resmi rakamlara göre yirmi bin kadar insanımızın canına ve 352 bin konut ve sanayi tesisinin (307 bini konut 45 bini işyeri)  yıkım ve hasarlar nedeniyle kullanılamaz hale gelmesine neden olan 1999 yılı 17 Ağustos Marmara depremidir. Van depremi depreme karşı tedbirsiz olma halini ve yüksek sayıda can kaybına ,ağır hasarlara uğramakta olduğumuz gerçeğini bizlere bir kez daha yaşatmıştır.
.Geçmişte depremlerin onca yıkım ve acılarına sahne olan Türkiye’de, toplumu derinden etkileyen şiddetli depremler kısa sürede unutulmuş, ders çıkarılmamış, hiçbir şey olmamış gibi davranılmıştır. Bilimsel gerçekler göz ardı edilerek, felaketlerin üstü örtülmüştür.   
.Her felaket sonrasında, yitirdiğimiz canlara,  yaralananlara ilave olarak binlerce insan ortalıkta kalıyor ve bu insanlarımız çaresizlik içinde yaşamlarını sürdürmeye çabalıyor, kaderleriyle baş başa bırakılıyor. Ateş düştüğü yeri yakıyor, yeni bir felakete kadar, yaşananlar kısa sürede, kolayca unutulup gidiyor. Bu insanlık dramı, farklı bölge ve yerleşim alanlarında meydana gelen depremlerin ortak yanı olarak öne çıkıyor.    
.Depremin yol açtığı felaket, merkezinde insan olan ekonomik,  sosyal, kültürel ve siyasal boyutları olan bir olgudur. Depremi yalnız bilimsel olarak anlamaya ve açıklamaya çalışmak sorunu çözmeye yeterli değildir.
.Fayın üzerinde yürürken etrafında insanların da yaşadığının farkına varılmalıdır. Bilimsel verilerin ışığında toplumsal yaşamı planlayarak, doğru çözümleri üretmekten başka bir yolun olmadığı Van depremi ile bir kez daha ortaya çıkmıştır.  
Bu çalışmada temel olarak;
.Türkiye’nin ülke, bölge, metropoliten ve kentsel planlaması ve kurumlarının fiziki, ekonomik, sosyal ve kültürel alanların tümünde demokratik bir anlayışla yeniden örgütlendirilmesi,
.Yerleşim alanlarının ve yapıların yer seçim kararlarının belirlenmesinde akla,  bilime ve demokratik planlamaya dayanan bir anlayışın geliştirilmesi,
.Konutu temel bir insanlık hakkı olan barınma hakkı olarak ele alan politikaların belirlenmesi,
.Toprağın özel mülkiyet altında rant uğruna sınır tanımaz kullanımının ortadan kaldırılarak, rantı ve spekülasyonu kentsel gelişmenin temel dinamiği haline getiren anlayış ve uygulamalar karşısında toplumcu toprak politikalarının geliştirilmesi,
.Doğal, tarihi ve kültürel mirası, ormanları, tarım topraklarını, sahilleri, dereleri  yağmalayan; havayı, suları, denizleri, toprağı kirleten;  insanı, hayvanı ve tüm canlı yaşamı zehirleyenlerin  yıllardır sürdürdüğü uygulamaların ortadan kaldırılarak ekolojik planlamanın yaşama geçirilmesi,
.Bölgeler arası eşitsizliği ve gelir dağılımındaki adaletsizliği derinleştirerek, insanları kültürel yaşam ortamlarından, köylerinden zorla sürerek kentlere göç dalgalarıyla yığan politikalar karşısında; Anadolu ve Mezopotamya haklarının yaşamlarını ve geleceklerini etkileyen ekolojik, ekonomik, sosyal, kültürel ve politik tartışma ve kararlara doğrudan katılabildiği, yetki ve sorumluluğun yerel ve bölgesel topluluklarda olduğu bir demokrasinin geliştirilmesi,
Amaçlanmıştır


G. VAN DEPREMİ / SONRASI DURUM
Deprem ve sonuçları;
Van’da 23 Ekim 2011’de 7.2 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmiştir. Van ili ve Erciş ilçesinde ağır yıkıma ve can kaybına neden olan depremin ardından 9 Kasım 2011’de meydana gelen 5.6 büyüklüğündeki deprem Van ilinde en az ilk deprem kadar ağır hasara yol açmıştır.  Her iki deprem sonucunda toplam 644 kişi yaşamını yitirmiştir.
İkinci deprem, yapısal yıkım ve yaşanan can kayıplarının da ötesinde, halk üzerinde yarattığı psikolojik etkiler açısından ilk depremden daha ağır sonuçlar doğurmuştur. Hayalet kente dönüşen Van’da çok katlı binalar tamamen terk edilmiş ve kent karanlığa gömülmüştür.
- Depremde can kaybı yüksek düzeydedir.
-Van Belediyesi’nin verdiği rakama göre halen yapıların ancak %20 si kullanılabilir durumdadır. Kullanılmakta olan binalar da içinde yaşayanlara  güvensiz ve endişeli bir ruh halini yaşatmaktadır. Deprem şiddetli ve yıkıcı olmuştur. Belediye teknik heyetinin belirlemelerine göre kaçak olarak inşa edilmiş yapıların oranı %85 tir. Yapıların deprem bölgesi olan yörede denetim dışı inşa edilmekte olduğu gerçeğini ifade etmektedir.
-Varlıklılar veya başka yerde barınma olanağı bulanlar şehri terketmiştir. Bu yoğun göç sonucunda Van’da çoğunlukla yoksul aileler kalmıştır. Nüfus küçülmüştür.
-Halen 120 bin kadar insan çadır ve konteynırlarda sağlıksız ve gayri insani koşullarda yaşamaktadır. Yangınlar ve soğuklar can almaya devam ediyor.

Merkezi ve Yerel İdareler
-Devlet depremin büyüklüğüne ve hasarın ağırlığına uygun bir hukuki zemin yaratacak Afet Bölgesi kararı almamış, doğal afet mağduriyetine uğramış yurttaşlarına yapılması gereken yardımları yapmamıştır.
- Van ve civar kasaba belediyeleri Hükümet tarafından dışlanmış muhatab alınmamıştır. Bu nedenle merkez -yerel koordinasyonu gerçekleşmemiş ve bu durum yardım sürecini olumsuz yönde etkilemiştir. Yerel yönetimler çok kısıtlı olanaklarla bu yıkımın altından kalkmaya çabalamış ancak sonuş başarılı olamamıştır.
Mağduriyetin giderilmesi ve yeniden inşa süreci
-Güneydoğu Bölgesi Belediyeler Birliği’nin, Diyarbakır Büyükşehir ve Van Belediyelerinin birlikte düzenledikleri ve İstanbul’dan bazı üniversitelere mensup akademisyenlerin katıldığı bir sempozyum düzenlenmiştir. Akademisyenler İstanbul’da uyguladıkları ‘Kentsel Dönüşüm Projeleri’ni Van’a ve yöreye de aynen önermişlerdir. Kentsel rantı yeni koşullarda örgütlemede hazırlıklı ve etkileyiciydiler. Hükümet dışı alanda görülebilen çaba şimdilik bu biçimdedir.
-Hükümet; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı  ve TOKİ aracılığıyla, bir miktar konut inşaatını başlatmıştır. Bu girişimin yerel çevrenin durumunu, insanların yaşam koşullarını ve  gelir düzeyini gözetmeden sadece hızlı yapı üretimini hedeflediği aşikardır. Sorunun büyüklüğü hakkında yukarıdaki bazı rakamlar bir fikir vermektedir. Yıkıma uğramış yapı sayısı ile yeniden inşa edilen yapı sayısı karşılaştırıldığında bu girişimin ihtiyacın küçük bir kısmına cevap vereceği gözükmektedir.
.Yöre halkı insanlık dışı ağır yaşam koşullarına karşı mütevekkil ve tepkisiz bir haldeler. Hükümetin verdikleriyle yetiniyor ve vaatlere inanıyor bir durumdadır. Bir sosyal tepki ortamı ve talep baskısı yaratmak için de bir çaba gerekiyor.
- Deprem sonrası girişimlerin gösterdiği üzere yerel ve merkezi yönetimlerin ortaklaştığı yaklaşımlar vardır; Yıkıma uğramış alandaki hukuki idari ve kentsel toprak mülkiyet durumu olduğu gibi kabul edilmektedir. Kentin yeniden nasıl ihya edileceğine dair bir planlama çalışması olmadığı gibi, durum belirsizlikler içindedir.
-Yeni inşa edilecek site için kent dışında kamulaştırılmış alanda ve  Kamu Sermayesi (TOKİ) yoluyla inşaat tamamlanacak, tayin edilen ve ancak yüksek gelirlilerin ödeyebilecği aidatı ödeyebilecek vatandaş borçlandırılmak suretiyle de satışı yapılacaktır. Çoğunluğa yönelik çözümde sorun devam etmektedir. Sosyal boyutta bir adaletsizlik sözkonusudur.
H. VAN VE ÇEVRESİNİN YENİDEN İNŞA EDİLMESİ
Bu çalışma kapsamında;
. Öncelikle Türkiye’de dayatılmakta olan kentsel yaşam ortamlarına almaşık yukarıda değinilmekte olan başka kent tezlerini geliştirmek üzere bir bilim kurulu oluşturulacaktır.
. Bu bilim kurulu Van ve çevresi için aşağıda taslak halinde hazırlanmış bölgesel ölçekli bir ekonomik sosyal ve kültürel çerçeve üzerinde çalışacaktır.
.Bu çerçeve içerisinde kentsel ve tarımsal rantın ortadan kaldırılması bu amaçla tamamına yakını yıkılmış kent merkezleri ile yeni yerleşim alanlarında toprak mülkiyetinin kamusallaştırılması için yöntem geliştirilecektir.
.Yeni çevre düzeni ve yeni yerleşim alanlarının, deprem riski gözönüne alınarak hazırlanması esas alınacak, yapılaşmada bina yükseklikleri sınırlandırılacak, nüfus yoğunlukları düşürülecektir.
.Hasar tespit çalışmaları bilimsel bir yaklaşım, kadrolaşma ve teçhizatlanma ile yapılacaktır.
.Bölge halkını yenilenme projesinin esas aktörü haline getirecek,  bölgenin üretim potansiyelini gözönünde bulunduran yapım ve tarımsal ve sınai üretim seçenekleri gösterilecektir.
.Bölge nüfusuna istihdam sağlayacak ve ekonomik sorununu çözecek ücret politikaları sunulacaktır.
. Konut mülkiyetinin kamuda kalacağı, ev sakinlerinin ömür boyu kullanım hakkına sahip olacağı, kullanım hakkının mirasçılara devredilebileceği modeller hazırlanacaktır.
. Kamusal finansman modelleri geliştirilecek,  düşük gelirli yurttaşların kiraları ödeyebileceği bir maliyet hesabı ortaya konulacaktır.
.Çalışmada, Bölgenin Türkiye’nin diğer bölgeleriyle her türlü ilişki ağı veri oluşturacaktır.
.Bölgenin komşu ülkelerle ve uzak doğuyla olabilecek ilişkinin ve alış verişin ne olabileceği araştırılacaktır.
.Bölgede; merkezi özel yeni yönetim modelleri geliştirilecek, yerel yönetimlere mali idari hukuki desteğin nasıl sağlanabileceği araştırılacaktır.
.Yeni yapılanma süreci için yeni bir imar hukukunun geliştirilmesi üzerinde düşünce geliştirecektir. Depreme dayanıklı yapı üretimi süreci ve denetim mekanizmaları önerilecektir.
. Meslek odaları bu yeni sürecin kamusal denetimi kapsamında görevlendirilecektir.
.Sigorta şirketleri bu denetim sürecinin parçası haline getirilecek, DASK işlevselleştirilecektir.
. Deprem eğitiminin en alt seviyeden başlatılması ve deprem gerçekliğini kavramış ve karşı önlemleri alabilecek bilgi ile teçhiz edilmiş bir gençlik yetiştirilmesi için eğitim programları üzerinde çalışılacaktır.
. Kurtarma acil yardım ve geçici yerleşim alanlarına yerleştirme konularına yeni çözüm önerileri sunulacaktır.