11. Dönem 7. Genel Meclis Sonuç Bildirgesi

25.10.2022

 

Halkların Demokratik Kongresi 7. Genel Meclis Toplantısı 23 Ekim tarihinde gerçekleştirildi.

Ukrayna'da 21 Şubat 2022 sonrası gelişen Rusya işgali, ABD ve İngiltere'nin başını çektiği Batı bloku desteği ile, Ukrayna sahasında Rusya'yı yıpratan uzun vadeli olmasını hedefledikleri bir savaş olarak sürüyor.

Ukrayna savaşı Rusya ile özellikle enerji ve teknoloji alanında güçlü işbirlikleri gerçekleştiren Almanya'nın başını çektiği AB üzerinde, ABD ve İngiltere'nin hegemonyasını yeniden kurup güçlendirmekte. Savaş, AB'yi silahlanma bütçelerini büyütmeye; İsveç ve Finlandiya'yı NATO üyeliğine ve bütün Batı bloku ülkelerini Rusya'ya karşı yaptırımlar uygulamaya zorlarken, dünya ölçeğindeki enerji-doğalgaz krizi devam etmekte.  

Öte yandan Ortadoğu'da savaş tehdidi ve çatışmalar son bulmuyor. Nükleer teknoloji çalışmaları gerekçesiyle İran, ABD ve İsrail tarafından savaşla tehdit edilirken; İran'a bağlı silahlı güçler Suriye'de ABD ve İsrail tarafından vurulmakta, bölgede çatışma ortamını canlı tutacak dış müdahaleler devam etmekte.

Bizler biliyoruz ki savaşların yayılması; silahlanma ve savaş bütçelerinin giderek büyümesi, çalışan sınıfların milli gelirden aldıkları payın hakim sınıflar tarafından sürekli küçültülmesi anlamına gelmekte. Bu politikalar bir yandan demokratik hak ve özgürlükler alanının daralmasına yol açarken, diğer taraftan mevcut rejimlerde otoriterleşme eğilimlerini güçlendiriyor, kendisini “demokratik dünya” ilan eden Batı sistemi içinde sağ popülist, faşist partiler güç kazanıyor: Macaristan'da, İtalya'da, Fransa'da, İsveç'te faşist partiler iktidara geliyor veya iktidar adayı konumuna yükseliyor. Batı bloku, otoriter rejimlerin baskıcı politikalarına, sistematik insan hakları ihlallerine, hukuksuzluklarına kayıtsız kalabiliyor. Halkların Demokratik Kongresi; ülke ve bölge genelinde yürütülen savaşlara karşı ortak mücadelenin zemini olma çabasında ısrarcı olacaktır.

Savaşların ve çatışmaların yoksul halklara çıkardığı en ağır faturalardan birisi de on milyonlarca insanın yerinden yurdundan koparak, dünyanın daha güvenli görünen bölgelerine doğru göç etmeye mecbur bırakılması olarak karşımıza çıkıyor. Savaşın yarattığı riskler sığınmacılar ve göçmenler için çatışma bölgesinden uzaklaşınca sona ermek bir yana, gelişmiş ülkelerin insanlık dışı sığınmacı karşıtı politika ve uygulamalarıyla ve ırkçı saldırılarla giderek çeşitleniyor ve ağırlaşıyor. HDK; göçmenlerle ve mültecilerle dayanışmanın, sınıf kardeşliğini tesis etmenin tüm araçlarını hayata geçirmek için zemin olma çabasını sürdürmeye devam edecektir.

İran, Irak, Suriye ve Türkiye devletlerinin Kürt halkı karşısında aldığı tutum benzerdir.

Mahsa Jina Amini’nin rejim güçlerince katledilmesi sonrası ayaklanan İranlı kadınlar öncülüğünde halkın direnişi hala sürerken, ‘Jin, Jiyan, Azadi’ sloganı evrenselleşmiş; Latin Amerikalı, Rojavalı kadınların yanında İranlı kadınlar da gericiliğin, faşist inşanın, sağ popülist politikaların karşısında en önde yer alarak geleceğin dünyasını kurmada umut ışığı olmuştur. Rejim karşısında tüm halkların ve farklılıkların dahiliyeti ile büyüyen mücadele ve değişim talebi İran iktidarını zora sokmuş, karşılığında aynı iktidar Kürtleri hedef göstererek bu ortak mücadeleyi parçalamaya dönük Kürdistani örgütlere saldırarak kadın ve çocukların da içinde olduğu katliamlara girişmiştir. HDK, İranlı kadınların öncülüğünü ve İran halkının direnişini enternasyonal dayanışmanın gereği olarak selamlamaktadır.

Rojava‘ya yönelik sınır ötesi operasyona uluslararası güçlerden destek alamayan AKP-MHP faşist bloku İdlib‘den sonra Afrin’de HTŞ ve El Kaide -İŞİD temsili örgütler ile orada bulunan SMO’yu tek bir komuta altına alarak hem Suriye rejimi ile masada elini güçlendirmenin, nihayetinde de Rojava özyönetimini hedefine koymanın hesabını yapmaktadır.

Öte yandan Irak bölgesel Kürt yönetimi topraklarında yürütülen operasyonlarda kimyasal silah kullanmaktan sakınmayan rejim, Kürt kadın politikacı-akademisyen Nagehan Akarsel‘i bir suikast ile katlederek başarısızlığı ölçüsünde saldırganlığını artırmıştır. KDP’nin de bu savaş siyasetine teslim olduğu görülmektedir. AKP-MHP faşist bloku; kimyasal silah iddialarını önceki süreçlerden farklı olarak en üst düzeyde reddetmek zorunda kalmış, yetkili kurulların incelemesine açarak yanıtlamak yerine, demokratik kamuoyunu,insan hakları savunucularını, kimyasal kullanım şüphesi tespiti yapan bilim insanlarını ,Şebnem Korur Fincancı örneğindeki gibi, sorgulayanları tehdit etmiştir.

Kapitalist sistemin ekosistemler üzerindeki saldırısı dünyadaki yaşamı yok oluş ile karşı karşıya getirmiştir. Dizginlenemez meta üretimi için ormanların ve biyoçeşitliliğin yok edilmesi, okyanusların, tatlı su alanlarının ve tarım alanlarının kirletilmesi ve bütün bunların sonucu olarak küresel iklim değişikliği ile küresel felaketler çağına girdik.

Seller, orman yangınları, kuraklık, tayfunlar milyonlarca insanı göçe zorluyor, yoksul halklar temiz suya ve gıdaya erişemiyor, Tohumdan tabağa kadar zehirli gıda sistemi, pandemiler, hava kirliliği yoksul halkları hastalıklara karşı savunmasız bırakıyor.

AKP-MHP iktidarı küresel kapitalist düzenden farklı bir yol izlemiyor. Enerji ihtiyacı bahanesiyle yaşam alanlarına saldırıyor, ormanları, dereleri, denizleri rant uğruna yok ediyor, ülkeyi Avrupa' nın plastik atık alanına çevirmiş durumda. Şırnak kırsalında iki yıldır süren ağaç kıyımı, ormansızlaştırma ve göçe zorlama ekolojik kırımı özel savaş politikaları olarak karşımıza çıkartıyor.

 

Tüm bunlarla birlikte iktidarın İmralı’da sürdürdüğü mutlak tecrit karşısında yürütülen mücadele ve girişimler yok sayılırken, Türkiye cezaevlerinde gerek ceza infaz yasası ile gerek hasta tutsaklar üzerindeki ağırlaştırılmış tutum sonucu işkence ve ölüm haberleri gelmeye devam ediyor. Tecrit, ülke genelindeki tüm hak arama taleplerinin zor yoluyla bastırılması olarak toplumsal yaşama yansırken en son yürürlüğe konan sansür yasası ile de çeşitli biçimlerle topluma daha derinden nüfuz etmeye devam etmektedir.

Rejimin işçi sınıfı karşıtı politikaları, sermaye lehine çıkarılan yasalar ve denetimsizlikle sürmekte. Bartın’da yaşanan maden katliamı, her ay açıklanan işçi cinayetlerinin en görünür olanı. Çocuk işçiliğinden, sağlık çalışanlarına uygulanan şiddete, enflasyon karşısında eriyen ücretlerin yarattığı şiddetten ülkedeki barınma sorununa değin AKP-MHP faşist bloğu her an ve her zeminde sınıf karşıtlığında birleşiyor. Sürekli hale gelen ekonomik krizin faturasını daima çalışanlara ve en yoksullara ödetebilmek ancak savaş politikalarıyla mümkün hale geliyor. Devletin neredeyse tamamen güvenlik kurumlarından ibaret oluşu, demokratik muhalefete düşman hukuku uygulanabilmesi, hukukun ve yargı kurumunun bütünüyle yeniden kurgulanması, parlamentonun göstermelik bir kuruma dönüştürülmesi, ülke içinde özel savaş birimlerinin ve paramiliter örgütlenmelerin katlanarak genişlemesi savaş politikalarının sonucu. Bu bağlamda, Halkların Demokratik Kongresi savaş karşıtlığının örgütlenmesinde ortak bir zemin olmaya devam edecektir.

İktidarın ekonomik krizden çıkış konusunda herhangi bir politikası yoktur. Bütün hesapları Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak ve parlamento seçimlerinde olası kayıplarını azaltmak yönündedir. Bunu sağlamak için sosyal konut projesi, milli emlak'ın elindeki gayrı menkullerin satışı, vergi affı, icra borçlarının bir bölümünü devletin üstlenmesi, EYT ve şu anda zaten yapılan karşılıksız para basma işine hız vermek yürüttüğü palyatif önlemlerdir. Asgari ücrete ve kamu alanındaki maaşlara yüksek zamlar seçim bütçesinden öte anlam taşımamaktadır.  

Tam da AKP-MHP ittifakının tek adam rejiminin tasfiyesine bir başlangıç olabilecek Cumhurbaşkanı ve parlamento seçimlerinin yaklaştığı dönemde HDP'nin bütün saldırılara ve kuşatmalara rağmen varlığını koruması ve seçmen desteğini büyütmesi çok kıymetlidir. HDP'nin merkezinde olduğu Emek ve Özgürlük İttifakının oluşturulması da ayrıca önem taşımaktadır.  Sistem içi muhalefetin, Millet İttifakı’nın, Emek ve Özgürlük İttifakı olmaksızın seçim güvenliğini sağlaması, seçim kazanması, iktidar olma durumunda bir geçiş dönemini kararlılıkla yönetmesi mümkün değildir. Bu anlamıyla HDK, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın başarısı için çaba harcayacaktır.

Üçüncü Yol perspektifimiz bugün her zamankinden daha elzemdir. Gerek devrimci politikayı, gerekse de demokratik mücadeleyi eş güdümlü, birbirini ötelemeksizin ele almak ve yürütmek önemlidir. Üçüncü Yol; toplumun siyasallaşması görevini bizlere yükleyen, siyasetin bürokrasiden kurtuluşu ve toplumsallaşması açısından seçimleri de aşan yönüyle ve hakkıyla ele alınmalıdır. Bu perspektif zeminini HDK’de bulmuş, geliştirilmek ve bir gerçekliğe kavuşturulmak için uzun erimli mücadele stratejisinde ısrar olarak bizleri beklemektedir.

Tüm bu değerlendirmeler ışığında HDK olarak mücadeleyi yükseltmekte kararlı olduğumuzu bir kez daha deklare ediyor ve tüm demokratik muhalif güçleri ortak mücadele zemininde buluşmaya davet ediyoruz.

HDK Genel Meclisi