‘BARIŞ’ HALKLARIMIZA BORCUMUZDUR

22.09.2020

Halkların Demokratik Partisi (HDP)’nin öncülüğünde başlayan Demokratik Mücadele Programı’nın finalinde açıklanan Barışa Çağrı Deklarasyonu’na dair Halkların Demokratik Kongresi (HDK) basın toplantısı düzenledi. Yürütme Kurulu üyeleri ve İstanbul İl Meclisi’nin yanı sıra HDP İstanbul İl Eşbaşkanı Elif Bulut’un da katıldığı toplantıda basın metnini HDK Eşsözcüsü İdil Uğurlu okudu.

TECRİT KALICI OLARAK KALDIRILMALI

Üç aşamada gerçekleşen ve 1 Haziran tarihinde startı verilen Demokratik Mücadele Programı’nın son aşamasının tamamlanması üzerine 1 Eylül Dünya Barış Günü arifesi olan 31 Ağustos tarihinde HDP Eş Genel Başkanları Barışa Çağrı Deklarasyonu’nu kamuoyu ile paylaştı. HDP milletvekillerinin de katıldığı bir basın toplantısıyla okunan deklarasyonda Türkiye’nin siyasal ve toplumsal açıdan bir açmaz içerisinde olduğu tespitinden yola çıkarak barışı sağlamak için tüm demokrasi güçlerine çağrı yapıldı.

HDP’nin, Eylül ayına girerken açıkladığı Barışa Çağrı Deklarasyonu’na destek veren HDK, bir basın toplantısı düzenleyerek HDP’nin yaptığı çağrının önemini vurguladı. Barışın ve çözümün ilk adımının tecridin kalıcı olarak kaldırılması olduğunu vurgulayan HDK; “Şimdi demokrasi güçlerinin birlikte mücadele pratiklerini çoğaltma, bu yönde yeni yan yana geliş imkanlarını geliştirmenin şart olduğu zamanlardayız.” diyerek demokrasi güçlerine yapılan çağrıyı yineledi.

‘DİYALOĞUN VE ÇÖZÜMÜN ÖNÜ AÇILSIN’

HDK Yürütme Kurulu tarafından kaleme alınan Eşsözcü İdil Uğurlu’nun kamuoyu ile paylaştığı açıklama şöyle:

Türkiye ekonomi, siyaset, sağlık, ekoloji, uluslararası ilişkiler ve akla gelebilecek her alanda tarihinin en ağır krizini yaşıyor.

Ülke bir çöküşün eşiğinde.

İşsizlik ve yoksullaşma emekçiler arasında veba gibi, hızla yayılıyor. Milyonlarca aile gelirini kaybetti ve kaybetmeye devam ediyor. Bunun arkasından, kış aylarında, işini ve gelirini kaybetmiş aileleri  kitlesel açlık tehlikesi bekliyor.

Ekonominin bütün göstergelerinde aşırı bir bozulma söz konusu. Dolar ve Euro karşısında Türk lirası yerlerde sürünüyor. Merkez Bankası'nın döviz rezervleri 40 milyar dolar ekside. Bu yıl devletin ve özel sektörün yurtdışı borçlarının ödenmesi de çevrilmesi de imkansız. Bütçe büyük açık veriyor. Dış ticaret, uzun süredir ara mallar ithalatı yapılamadığı için imalat sanayi durma noktasına geldiği halde, hala büyük cari açık veriyor. Enerji, sağlık malzemesi ihtiyaçları, ilaç ve gıda gibi temel ithalat kalemlerini bile karşılayacak döviz Merkez Bankası’nda mevcut değil.

Korona salgını karşısında siyasi iktidar toplumu kaderine terketti. İşçileri, emekçileri pandemi koşullarında çalışmaya zorladı. Turizm geliri gelsin hesabıyla pandemiye dair bilgileri çarpıttı ve salgının yayılmasının önünü sorumsuzca açtı.

İktidar pandemiyi fırsata çevirerek, gösteri ve mitingler dahil her türlü kitlesel eylemini gerçekleştirir ve toplum sağlığını da riske atarken; muhalefetin her türlü siyasi faaliyetini  pandemi bahanesiyle ve zorbalıkla engelliyor. Muhalif sesler, yargının sopa gibi kullanılması yoluyla susturuluyor, operasyonlar, gözaltılar, keyfi tutuklamalar, yasaklamalar birbirini izliyor.

İzlenen politikayla en çok kayıp veren kesimler arasında yer alan sağlık emekçilerinin tükenmeye zorlandığını dile getiren  Türk Tabipleri Birliği (TTB), pandemiyle mücadelenin herkesi kendi başının çaresine bakmaya çağırmakla verilemeyeceğini, yasak fırsatçılığı yerine gerçek bilgilere dayalı halk sağlığı tedbirleri uygulanması gerektiğini hatırlattığı için hedef gösteriliyor. Burada hekimlerin ve tüm sağlık emekçilerinin haklarını halkın sağlık hakkıyla birlikte savunan TTB’nin yanında olduğumuzu da belirtiyoruz. 

Halkı kaderine terketme ve baskı politikaları; halkın kendi yerel yönetimlerini seçme konusunda ortaya koyduğu açık irade kayyımlarla gaspedildiği ve yaşama hakkı başta olmak üzere, en temel demokratik haklar,  tamamen yok sayıldığı için, özellikle Kürt şehirlerinde, halk pandeminin bütün etkilerine karşı kendi tedbirleri ve dayanışması dışında her türlü devlet korumasından yoksundur.

Rejim pandemiyi doğal çevrenin tahribi için de fırsata çevirdi. Maden şirketlerine ve HES'lere hızla ve binlerce ruhsat veriliyor. Halkın tepkisi jandarma gücüyle ve güdümlü yargı ile engellenmek isteniyor. Kanal İstanbul gibi doğal çevre ve ülkenin geleceği için tehdit oluşturan ihaleler salgın koşullarından faydalanarak oldu bittiye getiriliyor.

Kadına karşı şiddet ve saldırı vakaları hızla yoğunlaşıyor. İktidarın kadın düşmanı zihniyeti yüzünden failler cezasız kalıyor veya serbest bırakılan suçlular, şiddet eylemlerini bu defa kadın cinayetleri işleyerek tamamlıyor.

Rejim ülke içindeki tıkanmışlığını Irak'ta, Suriye'de, Libya'da, Doğu Akdeniz'de ve Ege'de, bütün komşularla çatışma, askeri gerilimi yükseltme ve savaş ile aşmaya çalışıyor. Suriye ve Libya örneğinde olduğu gibi on binlerce katil selefi cihatçıyı maaşa bağlıyor. 

Krizin hızla derinleştiği ve ülkenin duvara toslamanın eşiğine geldiği bir noktada kaynaklar halkın sağlığına ve temel ihtiyaçlarına değil; savaşa, çatışmaya, yolsuzluğa, sonsuz bir israf, şatafat ve gösterişe harcanmaya devam ediliyor.

Bu şartlarda iktidarın ilgilendiği tek konu, kendisinin ömrünü uzatmaktan ibarettir.

Dolayısıyla, iktidara "aklını başına al, halka karşı sorumlu davran" demenin bir faydası yok. Söylediğimiz her şey, işçilere, emekçilere, yoksullara, adaletsizlikten payını alanlara, ezilen halk ve inanç topluluklarından insanlarımızadır.

AKP-MHP iktidarı ve iktidarın devlet içindeki ortakları ülkeyi ve halklarımızı yokluğa, yoksulluğa, çaresizliğe ve geri dönüşü çok uzun zaman içinde ve büyük maliyetlerle mümkün olacak yıkımlara sürüklüyor.

Ekonomik çöküş, dış askeri maceralar ve içeride kutuplaşma, gerilim, çözümsüzlük ve çatışma siyasetlerinin ağır maliyetleri, Türkiye'nin her bakımdan emperyalist merkezlere bağımlılığını arttırıyor.

Türkiye'nin demokrasi güçleri, işçi sınıfımız, emekçiler, aydınlar, akademisyenler, sanatçılar, ülkeyi bu felaketli gidişten geri çevirmenin yolları üzerine yoğunlaşmak zorundadır.

Ülkeyi  yıkıma götüren politika tercihlerini hızla değiştirmeyi başaramazsak, çocuklarımızın ve torunlarımızın da gün yüzü görmeyeceği karanlık bir gelecek bizi bekliyor olacak.

Tersine çevirmemiz gereken politika tercihlerinin birincisi, on yıllardır ülkenin barışını, insan başta olmak üzere kaynaklarını, demokrasi imkanlarını, çıkarları çözümsüzlükte olan gerici, faşist siyasetçilerin elinden almaktır.

Kutuplaşma, çatışma, çözümsüzlük ve güvenlikçi politikalar ve savaşın yerine diyalog, müzakere ve barışı koyabildiğimiz zaman, çözülmez sanılan sorunların ne kadar kısa sürede sorun olmaktan çıkacağını göreceğiz.

Çözümsüzlük ve çatışma politikalarının merkezinde Abdullah Öcalan'a yönelik tecrit politikaları yer alıyor. Öcalan'ın "silahları bir haftada bitiririm" sözü, çıkarı savaştan yana olanların kabusudur. Türkiye'ye barış şansı verebilmek için, söylediklerini yapabileceğini defalarca ortaya koymuş Abdullah Öcalan'ın tecriti bir an önce sona erdirilmeli ve barışın önü açılmalıdır.

Türkiye'nin barış ve çözüm şansı olursa; demokrasi için de şansı büyüyecektir. Barışın ve demokratik değerlerin hakim olduğu bir Türkiye, Ortadoğu ülkelerinde demokratik değerlerin yükselmesinin hızlandırıcısı olacaktır.

Ancak barışını kurmuş, demokrasisini güçlendirmiş bir Türkiye'nin ekonomisini yeniden ve sağlam temellere oturtması, bütün komşularıyla sağlam bir dostluk ve komşuluk diplomasisi geliştirmesi mümkün olacaktır.

Kısacası bugün Barış istemek, "Tecride son verilsin, diyaloğun ve çözümün önü açılsın” demek, Türkiye toplumuna krizden çıkışın yol haritasını ve başlangıç noktasını göstermektir.

Bu bakımdan HDP'nin 1 Eylül "Barışa Çağrı Deklarasyonu" kıymetlidir.

"Gene BARIŞ" dediler, kendilerini tekrar ettiler, diye düşünenler varsa; evet biz de BARIŞ diyoruz ve bunu ısrarla tekrar ediyoruz. Çünkü:

Ekonomik krizden, savaş politikalarından, ekolojik yıkımdan, ülkeyi her gün biraz daha ağırlaşan bir şekilde ‘yönetemez’ hale gelen rejimin krizinden ve demokratik değerleri aşındırmasından; kadına karşı şiddetten, vb. çıkışın yolu  mutlaka barıştan geçmek zorunda. Emperyalist güçlere bağımlılığın son bulmasının; halkın refahının yükselmesinin yolu mutlaka barıştan geçmek zorunda.

Barış ve çözümün ilk ve hızlandırıcı adımı ise tecridin bütünüyle ve kalıcı olarak kaldırılmasıdır.

Şimdi demokrasi güçlerinin  birlikte mücadele pratiklerini çoğaltma, bu yönde yeni yan yana geliş imkanlarını geliştirmenin şart olduğu zamanlardayız.

Bütün siyasi güçlerin barış yönünde inisiyatif almasının ülkenin geleceği için elzem olduğu günlerdeyiz.

Sendikaların ve emek meslek örgütlerinin, Kadınların, demokratik kitle örgütlerinin, sivil inisiyatiflerin birlikte veya eş zamanlı veya birbirini besleyen barış yönlü pratikler geliştirmesinin tam zamanıdır.

Barış ve demokrasi güçlerinin, çeşitli ortak mücadele platformları oluşturması kıymetlidir. İster bireysel aydın inisiyatifleri olsun, ister kurumsal veya karma yan yana gelişler olsun, bugün demokrasi için, barış için birleşik mücadele kanallarını açmak ve çeşitlendirmek; ülkenin yaşanan çoklu krizden çıkışı için; ortak ve demokratik geleceğimiz için takip etmemiz gereken yoldur.

Biz BARIŞ demeye ve BARIŞ mücadelesini yükseltmek için çaba harcamaya devam edeceğiz. Bu ısrar, ülkeye ve halklarımıza borcumuzdur.

HABER - Basın Komisyonu

FOTOĞRAF - MA