Gözaltında Kayıpların Faili Devlettir!

17.05.2020

 

Bu topraklarda devletin güvenlik güçlerince, ya da desteklediği güçlerce binlerce insan gözaltına alındı ve kaybedildi. Kimi zaman bir gece vakti evinden, kimi zaman güpegündüz sokak ortasından insanların gözü önünde zorla kaçırıldılar. Bir kısmı ise ifade için çağrıldıkları karakollara kendileri gittiler ve bir daha kendilerinden haber alınamadı.

Cumhuriyet öncesi, 1915’de 139 Ermeni aydın gözaltına alınıp kaybedilmişken, Cumhuriyet sonrası kaybetmeler, batı da Mustafa Suphi ve Sabahattin Ali’ler ile sosyalist, aydınlara yönelerek Kürdistan’da Şeyh Sait İsyanı’nda, Koçgiri’de, Sason, Zilan’da, Ağrı’da, Dersim’de devlet güçleri tarafından toplu şekilde devam etti. Bu dönemlere ait sayısız toplu mezarlar bulunmuşken, bugün hala Şeyh Sait ve Seyit Rıza’nın nereye gömüldükleri devlet tarafından gizlenmektedir.

12 Eylül 1980 öncesi ve sonrası yıllarda ise 15 civarında bulunan gözaltında kayıp sayısı 1990 ve sonrası yüzlerle ifade edilir oldu. 1990 sonrası tablo Türkiye’nin Kürt politikasının doğrudan sonucuydu ve sistematik bir hale geldi. 1994 yılı İHD’ye yapılan 328 başvuru ile devlet güçleri tarafından gözaltında kaybetmenin en fazla olduğu yıl olmuştu. Bu yıllarda 3 yaşında Dilek Serin Dersim’de anne ve babasıyla birlikte kaybedilirken, Davut Altunkaynak Dargeçit’te kaybedildiğinde sadece 12 yaşındaydı. 80-90 yaşlarındaki insanlar da kaybedildi bu ülkede. Kaybedilenlerde kadın da vardı, yaşlı da, çocuk da.

1995 yılına kadar cenazelerine ulaşılamayan ve gözaltında kaybedildikleri inkar edilen kayıplardan sonra, ilk defa ailelerin ısrarlı takibi ile İstanbul’da gözaltında kaybedilen Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç’un cenazeleri kimsesizler mezarlığında bulundu. Aileler faillerin bulunması ve cezalandırılması için ne kadar çaba harcamış olsa da adalet arayışları takipsizlikle sonuçlandı. Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç’un işkence ile katledilmesi, bir araya gelen kayıp aileleri ve İHD’nin bugüne değin süren 25 yıllık adalet arayışının başlangıcı oldu. 27 Mayıs 1995'te, İstanbul İstiklal Caddesi’nde yer alan Galatasaray Lisesi'nin önünde 30 kadar insan "gözaltında kaybedilenler" için oturdu. 25 yıldır her hafta cumartesi günü saat 12:00’de Galatasaray Meydanı’nda bir kaybın akıbetini soran Cumartesi İnsanları/Cumartesi Anneleri, yerlerde de sürüklendi, dayak da yedi, biber gazına da maruz kaldı, gözaltına da alındı. Belirli dönemlerde sistematik saldırıya maruz kaldıkları için oturma eylemlerine ara veren Cumartesi Anneleri/İnsanları kayıplarının nerede olduklarını sormaktan vazgeçmedi. Arjantin’de 30 yıllık adalet direnişi ile taleplerinin kabul gördüğü Plaza de Mayo annelerinin mücadelesini miras alan Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın mirasını ise ilerleyen yıllarda, Kürt illerinde Dayiken Şemi aldı. Ancak Dayiken Şemi’nin, Batman, Diyarbakır, Cizre, Yüksekova’da o dönemde 400. haftayı geride bırakan, meydanlarda kayıpları için yürüttükleri adalet arayışı, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonra OHAL uygulamalarıyla engellendi. Ayrıca 15 Temmuz sonrası yeniden kayıp vakalarında bir artış olduğu gözlenmektedir. Yalnızca Kürt ve Sosyalist kimlikli insanlar değil, iktidara muhalif islami kimlikten insanların ve farklı inanç gruplarından yurttaşların da kayıp edildiğine tanıklık ediyoruz.

6  Ağustos 2019’dan beri kayıp olan eski Sanayi Bakanlığı çalışanı Yusuf Bilge Tunç bunlardan biridir. Şırnak’ta Keldani halkımızdan Hürmüz Diril’den 11 Ocak’tan beri haber alınamıyor. Üniversite öğrencisi Gülistan Doku’dan ise 5 Ocak’tan bu yana haber yok. 24 Ocak’ta hapishanedeki oğlunu ziyaret etmek için Batman’dan İstanbul’a gelen Mehmet Bal’dan o tarihten bu yana haber alınamıyor… Son süreçte yaşanan kayıplar listesi böyle devam ediyor.

Plaza de Mayo annelerinden sonra dünyanın ikinci en uzun mücadelesi olan Cumartesi Anneleri/İnsanlarına ise Galatasaray Meydanı, 700. anma haftasından bugüne yasaklanmış durumda. Bugün İstanbul ve birçok ilde gözaltında kaybedilen yakınlarını arayan aileler ya İHD binalarının kapısında ya da bina içinde açıklama yapmaya zorlanıyorlar. Toplumda adalet mücadelelerinin görünürlükleri engellenerek taleplerin dile getirilmesi engellenmeye çalışılsa da kayıp yakınları bulundukları alanlarda, pandemi günlerinde de sosyal medya üzerinden kayıpların sesi olmaya devam ediyorlar.

Zorla kaybetme, devletlerin kendisine muhalif grupları bastırma ve sindirme yöntemi iken, kayıp yakınları ve toplum için ise bilinmezliğe sürüklenmek olduğu için korkutucu ve sessiz kalmaya sevk edici bir işlev görmekte. BM zorla kaybetmeyi, "Kişilerin, devlet adına görev yapan veya devletin yetkilendirmesi, desteği ve bilgisiyle hareket eden kişiler veya gruplar tarafından tutuklanması, gözaltına alınması, kaçırılması veya başka herhangi bir biçimde özgürlüklerinden yoksun bırakılması, ardından söz konusu kişilerin kendi fiillerini reddetmeleri veya kaybolan kişinin nerede ve ne durumda olduğunu gizlemeleri ve sonuçta kayıp kişinin hukukun koruması dışında kalması" olarak tanımlıyor. 2010 Yılında yürürlüğe giren ve 90’dan fazla ülkenin imzaladığı ‘Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme'yi Türkiye hala imzalamadı. Sözleşme, "zorla kaybedilme fiilinin gerçekleşmesini önlemek veya böyle bir fiili cezalandırmak için kendi yetkisi dahilindeki gerekli ve makul bütün önlemleri almayan veya konuyu araştırma ve soruşturma için yetkili mercilere aktarmayan kişilerin" de yargılanmasını öngörüyor. Sözleşmeyi imzalamayan Türkiye’de yürürlükte olan ceza kanununda hala gözaltında kaybetme suçu yok. Sözleşmeye ve uluslararası hukuka göre bir insanlık suçu olan ve zamanaşımının uygulanmasının yasak olduğu gözaltında kaybetme suçu Türkiye’de bir cinayet olarak ele alınıyor ve zamanaşımı uygulaması nedeniyle cezasızlıkla sonuçlanıyor. Cezasızlıkla sonuçlanacağı bilinen bir suçun da caydırıcılığı kalmıyor.

Bugün İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) ulaştığı verilere göre Türkiye’de 1990-2011 yılları arasında toplam 2 bin 872 faili meçhul cinayet meydana geldi. İnsan Hakları Derneği’nin ulaşabildiği kayıp sayısı da 940 olarak açıklanıyor. Dernek, tespit ettikleri 253 toplu mezarda 4 binden fazla kişinin gömülü olduğunu tahmin ediyor. Türkiye’de kaybedilenlerin kimliğini belirlemek amacıyla bu toplu mezarların açılması çalışmalarında kemiklere zarar veriliyor. Uluslararası Minnesota Protokolü, toplu mezarların nasıl açılacağını gösterirken, bu protokolü onaylamayan Türkiye, protokol kurallarına uymadığı, iş makineleri ile toplu mezarları açarak kemiklere zarar verdiği için kayıpların kimlik tespiti zorlaşıyor. Arıca bu yöntemle deliller de karartılmaya çalışılıyor.

Adalet ve hak mücadelesi ile eşit, özgür, barış içinde yaşanacak yeni bir yaşam perspektifine sahip olan HDK olarak, 19 Mayıs 1996’ da İstanbul’da gerçekleştirilen ‘1. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı’nda kayıpların bulunması ve sorumluların yargı önüne çıkarılması için ilan edilen ‘17-31 Mayıs Uluslararası Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası’nda bir kez daha yineliyoruz; 

Adalet arayan kayıp aileleri için, Batman, Diyarbakır, Cizre, Yüksekova başta olmak üzere Kürdistan’da meydanlar, İstanbul’da Galatasaray Meydanı kayıp ailelerinin sevdikleri ile buluşma ve hafıza mekanıdır. Ailelerin acılarını ortaklaştırdığı ve birbirinden güç aldığı, adalet arayışlarını görünür kıldığı bu mekanların ailelere yasaklanmasından vazgeçilmelidir. Devlet, arşivlerini açarak, kayıp avukatlarının ve ailelerinin ulaştıkları bilgileri esas alarak, ailelerin kayıplarına ulaşmasını, faillerin yargılanmasını sağlamalıdır. Türkiye, BM ‘Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme'sini imzalamalı, ceza kanununda ‘gözaltında kaybetmeyi’ bir insanlık suçu olarak tanımlamalıdır. Anayasada belirtilen hukuk devleti ilkesi gereğince Türkiye gözaltında kaybetme suçları ile yüzleşmeli, kayıpları bulmalı, failleri yargılamalıdır. Henüz yüzlerce bulunmayan kayıp, yargılanmayan failler olduğu için sistematik olarak devam eden bu kaybetme ve cezasızlık politikalarından vazgeçilmelidir. Toplumsal barış ve adalet için ‘Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu’ kurulmalı ve ailelerin adalet taleplerine cevap olunmalıdır.

Halkların Demokratik Kongresi 

Adalet Komisyonu