İhtiyacımız Panik Değil, Toplumsal Öz Örgütlenme ve Dayanışma!

16.03.2020

 

29 Aralık 2019’da Çin’in Wuhan kentinde başlayan yeni koronavirusu salgını (COVİD-19 hastalığı), dünyanın geneline yayılma eğilimi nedeniyle pandemi olarak tanımlanmıştır. Yüksek ölüm oranı ve kolay bulaşabilmesi hastalığın korku ve paniğe yol açmasına neden olmuştur. Giderek artan hasta sayıları dolayısıyla salgının merkezi bugün Avrupa kıtasına kaymıştır. Salgının yayılımı ve etkileyeceği insan sayısı pandeminin şiddetini de belirleyecektir.

Son yıllarda yaşadığımız her şey bize bir felaket çağına girdiğimizi düşündürüyor. Suriye’ye  emperyalist müdahalenin neden olduğu yıkım ve göç dalgası, iklim krizinin ulaştığı acil durum ve hükümetlerin aymazlığı, Avustralya’da aylarca süren orman yangınlarının milyonlarca canlının ölümüne ve bazı canlı türlerinin yok oluşuna neden olması ve şimdi de koronavirusu salgını… Kapitalizmin sınırsız  genişleme eğilimi savaşların, göçlerin, ormansızlaşmanın, iklim krizinin, yabani hayatın bozulmasının ve de emekçi sınıfların uğradığı hak gasplarının daha da şiddetlenmesinden başka bir anlam taşımıyor. Kapitalizm yoksulluğu artırmakta, ekolojik dengeyi tahrip etmekte, tüm canlıların yaşam alanlarını daraltmakta; salgınlar, kanser ve kronik hastalıklarla toplum sağlığını giderek artan oranda tehdit etmektedir.

Yaşanan felaketler karşısında hükümetlerin ilk yaklaşımı, küresel salgın karşısında ne kadar aciz durumda olduklarını gizlemek ve yaşanan duruma dair gerçek bilgileri halktan saklamak olmuştur. AKP-MHP iktidarı da, son ana kadar, Türkiye’de salgınla ilgili vaka olup olmadığı, ne tür tedbirlerin alındığı konusunda sessiz kalmış, sonrasındaki açıklamalarıyla da kaygı ve paniğe neden olmuştur. Sürecin şeffaflığı toplum sağlığının ve demokratik toplumun gereğidir.

Ağır hastalık tablosu belli risk gruplarını hedef almaktadır; 65 yaş üstü bireyler, kronik hastalıkları olan bağışıklık sistemi baskılanmış bireyler, sağlıklı konut ve dengeli beslenmeden mahrum yoksullar, evsizler, cezaevinde kötü koşularda ve kalabalık ortamlarda tutulan tutuklu ve hükümlülerle göçmenler salgından öncelikle etkilenecek gruplardır. Bu insanların sağlık güvencesi devletin sorumluluğu altındadır.

Örneğin İran’da kontrol edilemeyen salgının cezaevlerini büyük ölçüde tehdit ettiği görülmüş, devlet cezaevlerini boşaltmak zorunda kalmıştır. Salgının bu tür yerlerde kontrol altına alınmasındaki güçlük göz önünde bulundurularak cezaevlerinin öncelikle de 65 yaş üstü olanlar, hasta mahpuslar, çocuk ve kadınlar olmak üzere boşaltılması önleyici bir tedbir olarak zorunluluk oluşturmaktadır. Sağlık hakkına erişimin sistematik olarak ihlal edildiği cezaevleri bugün tutsaklar için her zaman olduğundan daha fazla risk barındırmaktadır. Adalet Bakanlığı ise önleyici tedbirleri hayata geçirmek yerine görüş hakkına kısıtlama getirerek salgını tutsakların tecrit koşullarını ağırlaştırmak için kullanmaktadır.  

Suriye İdlib savaşıyla göçmen krizinin boyutu şiddetlenerek derinleşmiş ve yerinden edilen, hayatını kaybeden insanların sayısı dramatik olarak artmıştır. İktidarın, Avrupa Birliği’nden kredi almak için bir pazarlık aracı haline getirdiği ve Yunanistan, Bulgaristan sınırlarına sevk ettiği sığınmacıların yaşam koşulları koronavirusu salgınının yaratacağı ek yıkımla daha da büyük bir riskle karşı karşıyadır. Avrupa Birliği ve hükümet bu riske karşı acil tedbirler almalı, savaştan kaçarak Türkiye ve Yunanistan sınırına sığınan sığınmacılara sınırlar derhal açılmalı, mültecilik hakları verilmeli ve yaşam haklarına saygı duyulmalıdır. Sığınmacıların Yunanistan sınırına yönlendirilmesine son verilmeli, Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki geri kabul antlaşması iptal edilmelidir. Sığınmacıların yeni koronavirusu enfeksiyonu ve diğer hastalıklardan korunabilecekleri koşullar yaratılmalı, beslenme ve barınma sorunlarına yönelik tedbirler alınmalı, nitelikli sağlık hizmetinden ücretsiz olarak faydalanmaları sağlanmalıdır.

Aşırı iş yükü, fazla mesai, yetersiz ücret ve iş güvenliğinden yoksun işçiler, emekçiler, yoksul ve ezilen kesimler mevcut ekonomik krizin ötesinde, salgının yarattığı ilave iş yükü ve mali bir yükle de karşı karşıyadır. Gereğinde uzatılmak üzere, 14 gün boyunca tüm emekçilere ücretli izin verilmelidir. Okulların ve kreşlerin tatil olması ile birlikte çocuk bakımı en riskli gruplardan biri olan yaşlıların omzuna yüklenmekte, nüfusun en kırılgan kesimi ciddi bir tehditle baş başa bırakılmaktadır. Çocuk bakımı tüm ebeveynlerin ve toplumun sorumluluğundadır, bu sorumluluk kadınlara ve yaşlılara yüklenemez.

Korku ve panik, insanları market kuyruklarına sürüklemiş, evlerinde gıda ve temizlik ürünleri stoklamalarına neden olmuştur. Bu durumu fırsata çeviren ticaret tekellerine karşı önlem alınmalıdır. Toplum kapitalist anlayışın eline terk edilemez.

Salgından korunmak için ihtiyaç duyulan kolonya, alkol bazlı el dezenfektanı, el ve yüzey temizliğinde kullanılacak sabun ve dezenfektanlar ve yine hasta bireylerin toplumu koruma amacıyla kullanması gereken maskeler, öncelikle yoksullar ve risk altında olan ihtiyaç sahiplerine ve sonra da toplumun tümüne ücretsiz olarak ulaştırılmalıdır. Yazılı ve görsel basın ve yayın organlarında başta Kürtçe ve Arapça olmak üzere çok dilli bilgilendirme yapan materyallere yer verilmelidir.

Salgından en çok etkilenen bir diğer kesim de sağlıkçılardır, Wuhan’da salgının ilk aşamasında binlerce sağlık çalışanı etkilenmiştir. Tüm dünyada sağlık çalışanları her zaman olduğu gibi salgın sırasında da sağlığı metalaştıran neoliberalizmin baskısına direnerek mesleki etik değerlerine bağlı, özverili çalışmalarına devam etmektedir. Ülkemizde de şehir hastaneleri vb. ile bütçenin içi boşaltılırken sağlık sisteminin şirket çıkarlarına göre düzenlenmesi sonucunda topluma nitelikli sağlık hizmeti sunumundan uzaklaşılması sağlık emekçilerini toplumla karşı karşıya getirmekte, aşırı iş yükü altında çalışan sağlıkçıların yaşanan sorunlardan ötürü de sorumlu tutulup hedef alınmasına/gösterilmesine yol açmaktadır. Sağlık çalışanlarına iş stresi, mobbing, aşırı çalışma ve sağlıkta şiddet olarak yansıyan piyasacı sağlık anlayışı sonlandırılmalı, nitelikli, ücretsiz, ulaşılabilir, anadilinde sağlık hizmeti sunumuna geçilmelidir. Tüm alanlarda olduğu gibi sağlık alanında da sadece otoriteler eliyle ve tepeden sunulan bir hizmet toplumun ihtiyaçlarına çözüm olamaz. Güvene ve dayanışmaya dayalı olarak toplumun kolektif üretiminin esas alınması gerekliliği, toplumsal sağlık mücadelesi açısından önemlidir.

Hakkımız ve ihtiyacımız olan bilgileri edinmemiz de, kaynakların salgını önlemeye ayrılması ve gerekli tedbirlerin alınması da, ancak ilgili toplumsal kesimlerin örgütlenmesinin ve kolektif mücadelesinin basıncıyla sağlanabilir. Halkların Demokratik Kongresi yurttaşlarımızı hem merkezi ve yerel yönetimlerin kamusal sorumluluklarını yerine getirip getirmediğini denetlemek hem de yaşadığımız mahallelerde, dayanışmayı örmek için örgütlenmeye çağırıyor. Tüm emekçilerin ücretli izin hakkı için, başta hasta tutsakların tahliyesi olmak üzere cezaevlerinde gerekli tüm tedbirlerin alınması için, Türkiye ve Yunanistan sınırındaki sığınmacıların ve tüm göçmenlerin sağlık hakkına erişimi için mücadele zorunludur.

İhtiyacımız panik değil, toplumsal öz örgütlenme ve dayanışma!

HDK YÜRÜTME KURULU