Mülteciler bir siyasi pazarlık aracı olmaktan çıkarılmalı!

05.03.2020

Suriye’nin İdlib bölgesinde, 33 Türk askerinin hayatını kaybetmesi üzerine, geçtiğimiz Perşembe günü, Türkiye tarafından Avrupa’ya geçmek isteyen göçmenlerin daha fazla tutulamayacağı açıklanmıştı. Bu açıklamayla eşzamanlı olarak, AKP-MHP rejimi Türkiye’deki sığınmacıları Edirne, Çanakkale, İzmir gibi sınır bölgelerine taşıdı. Bunun üzerine, Türkiye'nin çeşitli illerinden binlerce sığınmacı ve mülteci de içinde bulundukları insanlık dışı koşullardan bir nebze olsun kurtulabilecekleri umuduyla Pazarkule Sınır Kapısına gelmeye başladı. Ana akım medya ve İçişleri Bakanı, göçmenlerin sınıra yığılmasını arttırmak için gerçek dışı rakamlar verirken hükümet de Pazarkule’de Türkiye ve Yunanistan sınırındaki tampon bölgeden çıkıp Türkiye’ye geri dönmek isteyen mültecileri kabul etmiyor.

Öncelikle şunu sormak lazım: Savaştan, ölümden, yoksulluktan kaçarak Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan mülteciler neden Türkiye’den kaçmak istiyor?

Çünkü sağlık, eğitim, çalışma gibi en temel haklarına erişemeyen, eriştiği durumda dahi dışlanma, ötekileştirilme, yoksulluk gibi sorunlar yaşayan; temel ihtiyaçlarını zar zor temin eden ya da ihtiyaçlarına erişemeyen göçmenler ve mülteciler için “Avrupa'ya gitmek,” ne getireceği netleşmemiş olsa da “parlak bir düş”. Türkiye’ye sığınan göçmenler, uluslararası hukukta tanımlanmış olan mülteci statüsünü bile alabilmiş değiller. İnsan onuruna yaraşır barınma olanakları yok. 3-4 aile, 15-20 kişi tek bir dairede yaşamak zorunda kalıyor. En temel sağlık hizmetlerinden bile yararlanamaz durumdalar. İlaçlarını alamıyorlar, kimisi göz göre göre ölümü bekliyor. Çalışma izinleri olmadığı için patronlar tarafından asgari ücretin çok altında, sigortasız ve güvencesiz bir biçimde çalıştırılıyorlar. Kayıtları olmadığı için çalıştıkları “sömürühane”lerde hiçbir haksızlığa itiraz edemedikleri gibi sürekli olarak ırkçı ve faşist söylemlerin ve saldırıların tehdidi altındalar. Gece gündüz ağır koşullarda çalışıp hiçbir insani olanaktan yararlanamayan modern köle durumundalar. İşte mülteciler, bu insanlık dışı koşullardan kurtulmak için; Ege Denizi ya da Meriç Nehri’ni geçmek isterken hayatlarını kaybetme, sınır geçişi yapmaya çalışırken güvenlik güçleri tarafından vurulma, soğuk hava dolayısıyla donma gibi riskleri göze alıp canları pahasına Türkiye’den kaçmaya çalışıyorlar.

Öte yandan İdlib’de Türkiye’nin yayılmacı ve savaşçı politikaları yüzünden devam eden çatışmalarda sivil ölümler yaşanıyor, hastaneler dahi hedef alınıyor. Savaşta dahi korunması uluslararası anlaşmalarca garanti altına alınan sivillerin yaşam hakkı ve sivil olmayanlar dâhil tüm insanların sağlık hizmetine erişim hakkı hiçe sayılıyor. Türkiye’nin bizzat payı bulunan İdlib’deki çatışmalar nedeniyle Türkiye-Suriye sınırında bekleyen 800 bin Suriyeli sivil savaş mağduruna da Türkiye sınırını açmıyor. Ne Türk askerlerinin hayatını kaybetmesinden ne de İdlib’deki yerel halkın katledilmesinden ve göçe zorlanmasından herhangi bir sorumluluk duymuyor. AKP-MHP rejimi, Ortadoğu’da yayılmacı emellerini ve İdlib’teki cihatçı çetelere desteğini “milli mesele” söylemiyle gizlemeye çalışıyor. Savaş politikasına destek vermeyen herkesi “vatan haini” ilan ediyor. Yoksul halk çocuklarını ölüme gönderiyor. Ne için? Suriye topraklarının ortasında, İdlib’te cihatçı terör örgütlerini desteklemek için!

Yunan hükümeti de Erdoğan’ın açıklamalarıyla tetiklenen “yasadışı göçmenlerin istilası” mitiyle Avrupa’da ve Yunanistan’da nefret ve korku yayıyor. Sınıra gelen mülteciler günlerdir Yunanistan polisi tarafından çeşitli şekillerde engelleniyor. Sürekli gaz bombalarına maruz kalırken; Meriç Nehri’nin çeşitli noktalarından botlarla Avrupa’ya geçmeye çalışan pek çok mülteci de yine polislerce Türkiye’ye geri gönderiliyor ya da işkence ve kötü muamele sonrası tutuklanıyor. 4 mülteci batan botta, bir mülteci ise Yunan polisi tarafından vurularak öldürüldü. Mülteci politikasının şantaj boyutuna dönüştürülmesinin sonuçlarından hem AB hem de Türkiye sorumluyken sonuçlarına göçmenler katlanıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Şehitler Tepesi boş kalmayacak” diyerek halklara ölüm vaat etmeyi sürdürüyor. Üstelik, bu vaadini, faili meçhul cinayetlerle, Kürt illerindeki köy yakmalarla, katliamlarla geçen 90lı yılların mimarlarından Tansu Çiller’e tekrarlatıyor. Bu vaat Suriye’de her gün yaşanan ve giderek artan asker ölümleri ile gerçek oluyor. Toplumun, demokratik muhalefetin “ne işimiz var orada” tepkisi ve öfkesi karşısında hükümetin cevabı ise baskılar, yasaklar ve tutuklamalar oluyor.

Biz Halkların Demokratik Kongresi olarak Suriye savaşının bir an evvel son bulmasını, barışın Suriye halklarının özgür iradesiyle tesis edilmesini istiyoruz. Hiçbir mültecinin geri dönüşe zorlanmamasını, haklarına erişiminin garanti altına alınmasını ve dolayısıyla göçmen haklarının her yerde ve her koşulda geçerli olmasını talep ediyoruz.

Sınırda bekleyen mültecilerin beslenme, barınma ve hayati tehlikeler içeren sağlık sorunları var. Öncelikle sınırdaki mültecilerin en temel insani ihtiyaçları karşılanmalıdır. Türkiye’de mültecilerin, mültecilik hukuku kapsamında hakları tanınmalıdır. Eğitim, sağlık, barınma ve çalışma gibi en temel hakları güvence altına alınmalıdır. Ölümden kaçan mültecilere Avrupa Birliği ve Yunanistan tarafından kapatılan kapılar derhal açılmalıdır. Mülteciler bir siyasi pazarlık aracı olmaktan çıkarılmalı, yaşanan insani krize çözüm getirilmelidir. Akabinde, toplumun her alanında, haklara erişimin her basamağında, Türkiye’de yaşayan her kesime yönelik ayrımcılık karşıtlığı ve eşitlik alanında politika ve uygulamaların hayata geçirilmesi elzemdir.

HDK olarak her zaman şunu dedik: Irkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri ne olursa olsun herkesin onurlu yaşama hakkı vardır ve bu hak her koşulda korunmalıdır. Hiç kimsenin yaşam hakkına saldırılamayacağını; herkesin eşit şekilde insanca yaşam koşullarına ulaşması gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. İnsanları risk altında bırakacak politika ve uygulamalardan kaçınılması ve mülteciler için kalıcı çözümlerin geliştirilmesine dair uluslararası toplumun, insani krizlerin sorumluluğunu daha fazla paylaşması gerekmektedir.

Biz barışta ısrar ediyoruz. Sınırların öldürdüğünü, sınırların açılması gerektiğini söylüyoruz. Halkların ulusötesi iradesinin ortaya çıkması, acil dayanışma örgütlenmesi için demokratik muhalefete sorumluluk düştüğünün, sorumluluğumuzun farkındayız. Kuşkusuz, göçmen ve mültecilerin yaşamı devletlerin vicdanına ve pazarlıklarına bırakılamaz. Ya onurlu bir dayanışmayı öreceğiz ya da insanlığın mücadelesini vererek bugünlere taşıdığı tüm değerlerini bugün hemen şimdi Pazarkule sınırında çöpe atacağız. Tercih zamanı!

 

HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ

YÜRÜTME KURULU